İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

31 Ekim 2016 Pazartesi

TASAVVUF 21. YÜZYIL İNSANINA NE VEREBİLİR? *



Sadık K. Tural

15-17 ARALIK 2000


Değerli Dinleyiciler,

İnsan, sorularının yücelttiği ya da ciddiye alınmaz kıldığı bir varlıktır. Merakların oluşturduğu sorular, hem bilgi ve birikim seviyesini, hem de idrak, edep ve duyarlılık seviyesini gösterir. Ben, bugün sorularımı ve isteklerimi sizinle paylaşacağım.

Problematik, problemler yumağı demek… Problematikimiz şudur?

Sadece okul ve kitap değil, basılı, görüntülü ve bilgisayar teknolojilerinin bilgi bombardımanı altındaki 21. yüzyıl insanı, ruhundaki boşlukları gidermek üzere, ‘en doğru’, ‘en güzel’, ‘en huzur verici’ olan bilgiler ile zevklere ve bunların yapılandırdığı yaşantılara nasıl erişebilir?

Bu problematikin içindeki problemleri de sıralayabiliriz:

İlkokuldan yüksekokul sonuna kadar eğitim ve öğretim görmüş insana verilen bilgi, onu, ne kadar tatmin etmekte, yaşantısındaki çıkmazları ne ölçüde çözmektedir?1

Yetkili ve yetkin kişilerin kaleminden çıkıp, az tartışmalı görüş, yorum, bilgi demeti olarak sunulan kitaplardan ne kadarı, düşüncenin olduğu kadar, duygunun sorularına kalıcı cevap verebiliyor?2

Gerek perde, gerek televizyon aracılığı ile sunulan filmler, en çok iki defa seyredilebilir. Mutlak ‘geçici’ olan sinema ve TV ile sorumsuzları, sorumluluk fikrine yaslananlardan daha çok olan bilgisayar programları arasına sıkışan insanı, ‘tüketim aracı’ olma anlayışından kurtaracak; onun içindeki açlığa, derinlerindeki susuzluğa ve bilincinin sessiz çığlık hâlindeki sorularına cevap olacak cümleler hangi kaynaktan nasıl gelecek?

Bedenin yöneldiği duyular ve duyumların tatmin edilmesinden sonra da, üstün bir idrak olma ihtimali taşıyan ruh, kendi tatmini için soru sormaya ve cevaplar aramaya devam etmez mi?

Son elli yılda gerçekleşen, çok hızlı teknolojik değişmelerin ve yenilenmelerin sunduğu nimetler karşısında, maddî gücü olanların yararlandığı ve benimsediği ‘ihtiyaç’ ve ‘imkân’ sahipliğine bağlı anlayışa karşı çıkan insanlardaki yetersizliğin ve yoksulluğun doğurduğu öfkeli sorular karşısında, tatmin edici cevaplar nasıl oluşacak?3

Aklın beşerî ölçekteki bilgilerine ait birikim, çok hızla değiştiğine göre, içlerindeki ‘değişmez doğru’, ‘değişmez güzel’ nedir, ‘gerçek mutluluk‘ nasıldır sorularına, cevap oluşturacak   ‘bilgi’ ve ‘zevk’i arayanlar hangi yoldan yürümeliler?

Allah’ın emirlerinin benzersiz yüce Kitap’a dayalı, vahiy sonucu olan din denilen özel emirler ve yönlendirmeler alanı ile her türlü inanç ve uygulamayı da içine alıp geleneğin doğurduğu inanmalar alanı birbiriyle kavgasızlık ölçüleriyle uzlaştırılabilir mi?

Din bilginleri ile din bezirgânları arasındaki farkın belirginleşmesi için ne yapılabilir?

Bu sorulara verilecek cevaplar, en büyük soruyla karşı karşıya kalmamıza yol açıyor; Zihnin çözmesi gereken en kapsamlı soruyu soralım:

İnsan, niçin var olmuştur?

İnsan, kendi kendine var olmadığına göre, Yaratan tarafından niçin ‘var’ edilmiştir?

İnsan, ‘Ben niçin yaratıldım?’ sorusuna cevap bulmayı sağlayıcı bilgi, sezgi ve ilhama ulaşmayı başarır ise, varlığının Yaratıcı‘yla ve diğer varlıklarla ilişkisi hangi konuma geçer?

Yaradılışının ve Yaratıcısının sırrını -bilgisini ve zevkini de diyebilirim- öğrenme derdine düşecek insanın yapacakları / yapabilecekleri nelerdir?

Bu soru, dört ayrı biçimde ifade edilmekle beraber, cevabı aynı kapıya çıkar: Hâlik4 ve Samed,5 EI-Evvel ve EI-Âhir,6 Hayy ve Kayyum,7 Kadir,8 Musavvir, Rahman ve Rahîm9; ‘Lem yelid velem yuled’10 olan Allah’a…

Bu soruları, bu haliyle ifade etmek de, böyle soruları sorabilecek bilinçle donanmış olmak da kolay değil! Bu kapıya, Tevrat’ın, İncil’in, Kur’ân’ın, şerh ve tefsirlerle anlaşılabilir ve kavranabilir hâle getirildiği söylenen hükümlerinden mi; her kişiye göre değişen idrâk ve gayret sonucunda mı varılabilir? İşte bu zor alanda, Kitab-ı Mübîn olan Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan Yaratıcı (Hâlik) ve yaratış sebebini bizim kavrayışımıza taşıyacak insanlara ihtiyaç var. Nebî, resûl, peygamber, profet adı verdiklerimiz, o hükümleri kavrayabileceğimiz hâle getirmeye çalıştılar. Ondan sonrakiler ise, iki ayrı yoldan yürüdüler:

1) Mutlak züht, mutlak kural ve şekle, sımsıkı bağlı din anlayışı;

2) Kuralı ve şekli mutlak ortaklık değil, bir kişiye veya gruba ait özel durum sayan, hak ediş tipinden takvalı kabulleniş; tarîk…

Her iki yolun birleştiği üç kavram, ‘teslimiyet’, ‘edep’, ‘huşu’

Bir din bilgini olmadığım için, güvenilir veya temel sayılan dinî kitaplarda sunulanları tekrar etmeyip, yukarıdaki soruların tatminkâr cevaplarını, gerçek din bilginlerine bırakıp, kendi yorumlarımı ve tabiî bu arada sorularımı sunmakla yetineceğim.

Birinci doğru (veya varsayım) şu: Âdem’den beri, 10.000 yıl geçtiği söylenir. 10.000 yılın insanının tamamının birleştiği tek gerçek, her varlık (insan, hayvan, bitki, eşya) ölümlüdür; ikincisi ise, birincinin de üstünde bir gerçeklik: Ölmeyen, ezelî ve ebedî diri olan ALLAH’ın varlığı… Yanlış anlaşılmasın! Beş duyunun idrâkiyle varılan tek değişmez gerçek, ölüm veya ölümlülük’tür. Ölümlülere hiç benzemeyen Allah’ın varlığına ait hakikate, beş duyunun ötesinde bir bilme isteği ve bilinciyle varılır.

İkinci varsayım (hipotez) şu: Allah, bütün kâinatın yaratıcısı olan ve insan idrâkini çok aşan bir özel kudret olduğu hâlde, insan, O‘na ulaşabilir. Ölçülmez bir büyüklük ve enerjinin, insan idrâkini aşan bir irâdenin, bilinenin dışında bir en özel varlık’ın bilinmesi, ancak, kendisi izin verdiği ölçüde mümkün olabilir. Her bilme / biliş, gözlemi, beş duyuyu aşan her hüküm, bir sırra ulaşma, bir özel bilgiye varmadır; ancak, bunu sağlayıcı yöntemleri ve verilen izin engellerini kabullenmek şartı ile…

Bilim ve sanat, insan için henüz bilinmez, yani sır olanları çözme çabası içinde… Her çözülen düğüm, başka bir düğümün habercisi... His, hayal, vesvese, vehim, korku, ümit, akıl arasında gidip gelmeler ise, bilime veya sanata ait bir minnacık sırrın çözülüşü… Sır ve ikrar kavramlarının Anadolu inanç tabakalarında farklı anlam ve etki taşıyacak biçimde kullandıklarına işaretle yetineyim.

Sır,11 batı dillerinde mistery… Mistik denilen insan, beş duyu aşan, aklı yaya bırakan sırrın peşine düşmüş olan... Hıristiyan veya Yahudî yahut başka inanışların mistikleri, sır arayıcıları ile İslâm’ın sır arayıcıları farklı…12 Sır kavramına yükledikleri anlam çok farklı… O yüzden felsefenin kapısını çalıyorlar Batı’da...

İslâm’daki mistikler de birbirinin aynı değil…13 Velâyet de, o unvanı veya makamı kazananlar da mâhiyetleri ve hedefleri aynı olduğu halde uyguladıkları eğitim yolları, az çok farklı. Talibe, dervişe uygulanan yollar bakımından fark, ilk ayrılık... İkincisi ise, şekil-perestler ile şekilciliğe karşı çıkanlar arasındaki uçurum türünden fark... Üçüncüsü, küfre varma ihtimali yüksek bir bâtınperestliğe kapılanların ayrışmaları, farklılıkları…

Kur’ân, bildirdiği mecazlı hükümlerin idrak edilip mutlaka benimsenmesini emrediyor; Peygamber birçok hükmün açıklanması olan hadislerinin düşünülüp yaşanmasını öğütlüyor. Din, insan ile Yaratan arasındaki sözleşme hükümleridir.

Kitap’ta ve Hadis’te yer alan bu sözleşme ve hükümleri, akıl, ilham, sezgi, bilgi ve birikimleri farklı olan insanlara nasıl anlatılıp benimsetilecek? Asıl hedef, muhabbet, merhamet ve samimiyetin hayatın her anına ve ibadete yerleştirilerek vecd ile buluşturulmasıdır. Tekfir edilmekten, iftiraya hedef olmaktan korkmadan, şirkten ve riyâdan sakınarak, çok muhabbetli, çok merhametli, çok samimiyetli bir vecd ile Yaratan’a ve yaratılmışlara yaklaşmak, ilişki kurmayı benimsemek… İman da, ibadet de, insan ve diğer varlıklarla ilişkiler de, şirksiz, riyasız bir sevgi ve saygı ile temellenmiş olacak… Aşk, hesapçılığa, pazarlıkçılığa ısrarlı beklentilere izin vermeyen özel bir tutkudur. Aşk, seven‘in, sevme‘nin mutluluğuyla yetinmekten doğan beklentisizliktir.

Bir papaz, haham veya budist rahip yahut ateist de Kur’ân’ı baştan sona kadar –arapçasını veyahut kendi diline tercümesini—okuyabilir, hattâ inceleyebilir; hattâ bu insanlar bazı ayet ve sûreler karşısında şaşırıp ilgi ve saygı da duyabilirler. Kerîm ve mübîn olan Kur’ân’ın hikmet dolu fakat îcaz ile bezeli münakkah ifadelerini kuru bir akılla idrak mümkün değildir. Vahiy yoluyla bilgilenmenin ihlaslı niyet ve emek yanında heyecanın, edebin ve huşûnun yıkadığı, sezgi, ilhâm ve basiretin zenginleştirdiği bilinçle mümkün olacağını kavramışlık. Bu kavramayı O’ndan gayrisine aklını ve gönlünü kapayan bir aşka dönüştürmüşlük ise, tasavvuf.

Artık söyleyebiliriz:

Başta Peygamberimiz Hz. Muhammed(s.a.v)’in, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın, Hz. İbrahim’in, Hz. Süleyman'ın, Hz. Yusuf'un, Hz. Yunus’un, Hz. Nuh’un veya Hz. Yakup’un, sonra, velî, aziz adlı özel insanların zâhirde görünen yaşantılarının, sözlerinin arkasındaki sırrı öğrenmeye kalkmak, İslâm mistisizminin temeli... Hikmet’in, hikmetli bilgilendirilme ve idrak ettirilmenin doğrudan muhatapları öncelikle peyâm-berler (peyam; değerli haber/ber; getiren) nebi ve resuller… Bu peygamberlerin, hikmet bilgisinin peşine düşerek varlık alanındaki zâhirlerini aşıp, bâtınlarını öğrenme iştiyakının beslediği, Kur’ân’dan ayrılmadan yürüyen bir kavrayışla, yaradılış sebebine ulaşma heyecanı ve arzusu... Hikmetin, vazgeçilmezlik ölçüsünde peşine düşüş, yani aşk...

Öncelikle havâs’ı, sonra da halkı sarsmak üzere, gönüle dokunan Mevlânâ “Aşk acısı tadmanış, taşıyıp yanmamış yürek, ya deliye aittir, ya ölüye.” diyor.

Yaygın anlamıyla, aşk, insanın, vazgeçilmez olanın; ulaşmaya, erişmeye çalışılanın dışındakilere ilgisini azaltarak, bir varlığı, düşünce, duygu, hayal ve davranışların merkezine koyması... “Anamız aşk, babamız aşk, aşktan doğduk biz; aşklar arındıkça, ilahî aşka çıkar.” diyen Celâleddin Rumî’nin söylediğini kavramayı denemeli... Ne diyor:

a.                 Mensupluk veya taraftarlık çaba ve öfkesinin en aza indirilmesi,

b.                 Şekle ait tercih veya sembollerin gerçek hükmün ayrılmaz parçası sayılmaktan arındırılması,

c.                  Siyasetin veya diplomasinin yahut ticaretin söyleyişlerinin ve yöntemlerinin değil, başta sevgi, merhamet ve adalet olmak üzere insanlaştıran hikmeti sezdirme, idrak ettirme niyetli dilin hâkim kılınması…

              Tasavvuf,  Odgurmuş Ata’nın, Hoca Ahmet Yesevi’nin, Hünkâr Bektaş Velî’nin, Yunus Emre’nin, Mevlana Celâleddin’in, Hacı Bayram Velî‘nin, Niyazi Mısrî’nin örneklendirdiği, vecidli çabalarının, nazma taşınan çığlıklarının adıdır. Sufilik, irfânı ve ilhâmı, aşkla yıkamaktır. Bahâüddin oğlu Mevlânâ’nın Kur’ândan aldıklarını, hikmetli nazma taşıyışındaki ilham gücünü, bâtın nitelikli bir hükmü, o yola girenlere -yedi yüzyıldır- iletme başarısıdır.

Tasavvuf, bir kültürün hangi tabakasından olursa olsun, her insanın-- ruhunun enerji yüklenmeye yatkınlığı ölçüsünde –yaratılış sebebini arama çabasıdır. Fıtrat denilen yaratılışa / öze ait / uygun özelliklerin insana hâkim kılınması, niyeti, isteği, çabasıdır. Bu çabalar ruhun gerçek enerjisine ulaşması yolundaki bir özel eğitimdir…

Tasavvuf, tam inançlı insanın, acelecilik ve öfke patlaması ile kin tutması denilen hastalıklardan kurtulmak için gösterdiği ısrarlı ve kararlı yaşayıştır. Kur’ân-ı kerim’de , “aceleciliği”, “bencilliği” vurgulanmış bu ve benzeri hastalıkların, insanın, aklına, merhametine, serinkanlılığına zarar verdiği gibi bedenini de hastalandırdığı düşündürülmüştür.

Tasavvuf, insanın “sabır” göstermesi, ”tahammül” etmesi, öfke (tehevvür)sini yenip, kinden kurtularak, hem kendisine, hem başka varlıklara haksızlık ve zalimlik etmeden yaşaması yönündeki beklentiler ve öğütler bütünüdür.

         Tasavvuf, Yaratıcısı ile yaradılmış arasındaki ilişkiyi kavramak veya bilmek üzere bir yola girmek, o yolda olmaktır. 

Tasavvuf, geçici, oyalayıcı, çelişki ve vesvese vericiden, gölgeden ve hattâ bedenden kurtularak, asıl vücut ile ilişki ve bağını keşfetmek ve tasavvuf denilen kavramı, vahy ile cinnet arasında koşuşturan insanoğlunun nefsine15 savaş ilân edip, bu savaşı kazanmasıdır.

          Yukarıdan beri yaptığım tanım nitelikli cümlelerle, tasavvufu hükme bağlamış olmayı isterdim.

Yeni yüzyılın insanına, şekilde, dış yüzde kalan türden iman ve ibadete davet edici tekrarları değil, mutluluk ve vecdin tadını arayanlara sunulacak olan bilgiyi göstermek isterdim.

Siyasetin, ticaretin teslim almadığı bir iman ve ibadet talep edenlerle konuşmuş olmak isterdim.16 Ölçütlerin temsilcisi olmak adına yola çıkıldığı halde, denetimsiz -örtülü, açık- kurumlaşmalar yüzünden ‘biz’ ve ‘ötekiler’ anlayışının çıkmazına düşen din, iman, ibâdet, tarîkat anlayışlarının kimseye ‘hayır’ getirmeyeceğini söylemek isterdim.

Hızlı sanayileşmenin, vahşi kapitalizmin kıskacında bunalan, çaresizliğinden isyanın veya inkârın yahut ateizmin oyununa gelmemek isteyenler ile konuşmak isterdim.17 İki yüzyıldır, inanmayanın da, inananın da, aklının ve duygusunun bulanıklığını kim inkâr edebilir.

Mevlânâ Celâleddin’in çağdan çağa yakılanan şu çığlığına kulak verse çağımız insanı, bunalmışlığı için bir çare bulmuş olmaz mı? Allah dilemiş, kısmet etmişse sana, el getirir, yel getirir, sel getirir. Dilemez, kısmet etmezse Mevlâ, el götürür, yel götürür, sel götürür. Sabırsız, benmerkezci, tatminsiz, merhametsiz, sevgiyi dış yüzde yaşayan ve hakikî sahibi unutan insanlık için bir uyarıcı çağrı…

Nefsinin bunalttığı derin çelişkilerden kurtulmak için, her insanın, kendi dilince ve kendi dinince söylediği ‘beni en doğru yola ulaştır’ (İhdina’s-sırâte’l-mustakim) talebinde samimi olanların kazandığı ilham ve hâller, tasavvuftur; ben dinlerin ve dillerin üstünde, bu talebinde samimi olanlarla konuşmak isterdim.18 

Bencilleşen, yalnızlaşan ve ruhî dertleri, çaresizliği, kimsesizliği artan yirmi birinci yüzyıl insanının, çok ferdî bir alan olan tasavvufta, tatmin olacağını düşündüğümü söylemek ve bu yöndeki arayışların artacağına işaret etmek isterim.

 Sadece Türkler değil, başka milletlerin gençleri de arayış içinde... Tasavvuf, şekilperestlik, grupçuluk hâline dönüşmeye imkân verilmeden, insanın iç yolculuğunu sağlayabilir; yirmi birinci yüzyılın insanının buna ihtiyacı olduğu söylenebilir…

Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevî’nin, Mevlâna Celâleddin’in ilâhî hikmeti kavrayışı ve aldığı mesajı paylaşma ihtiyacına bağlı çığlığı, bütün insanlığadır. Tasavvuf, ‘niçin yaradılış amacımdan sapayım?’ veya ‘ey Yaratan sana ulaştırıcı yolda olmak istiyorum, elimden tut!’ çığlığıdır. Tasavvufun anahtar kelimesi ‘vecd’ ile ‘aşk’, zâhidlik’in anahtarları ‘takva’ ve ‘huşû’… Kendileri de Türk soylu olan Buharî, Tırmızî, Zemahşeri, Mâturîdî isimli İslâm bilge-bilginleri, Türklerde, Allah’a imanın uyandırmaya ve artırmaya çalıştılar, Ahmet Yesevi, Abdülhalik Gücdüvânî, Yusuf Hemedanî, Süleyman Bakırganî, Balasagunlu Yusuf, Hacı Bektaş Velî, Hacı Bayram Velî, Aziz Mahmut Hüdâî de… Aynı zirveye ulaşan, çilesi ve tadı ayrı iki yol…

Bir inanç sistemi, bir din, insanı öncelikle ahlâklı yapıp Allâh’ın kendisini sevip yaratanı ile bütünleşmesini sağlama işlevini taşır. Allâhı çok sevip, Mevla’nın sevgisini kazanıp O’nunla bütünleşme ise, nebî, resul, peyam-ber unvanlı kişilerin önderliğiyle, yol göstericiliğiyle olabilir. Allah ile bütünleşme köprüsü, Kitap’ın zahiri ve bâtınî hikmetlerini anlayabilme ışığı Hz. Muhammed Mustafa’dır. O’nun dünyamızdan ayrılmasından sonra, bu yol göstericilik Allâh’ın velîleri (evliyâullâh) ile güvenli ölçülerle gerçekleştiği söylenebilir.

Tasavvuf, evliyâullahın yönlendiriciliğinde, ruhun arındırılıp, bedenin yola girerek Allah’ın sevgisini hak edip Mevlâ ile bütünleşme eğitimidir. 

Karmaşık bir tasavvufî terim dünyasında boğulmadan söylemeye çalıştım: Şia öğretisini yakından tanımış Tebrizli Türk Şems’in, ehl-i sünnete bağlı Bahaüddin oğlu Mevlânâ ile buluştukları noktayı, düşünmenizi isterdim. Ondan ötesini ben bilmiyorum, bilenlerden dinlemeniz daha doğru olmaz mı? 

İslâm’ın gerçek bilim adamlarıyla anlatılması için, hurafe ve bid’attan kurtarılması için, huşû ve edebin süslediği bir iman hâlinde biçimlenip davranışa dönüştürülmesi için, Müslümanların yanlışlarını düzeltmeliyiz. İslâm’ın yanlışı yoktur, İslâmiyet’i anlatanın yaşadığını söyleyenin yanlışı olabilir. Kur’ân’ın ‘asrın idrâki’ ile yeniden yorumlanması (tefsir, şerh) ve yeniden Türkçe anlamlı (meal) metinler bastırılması Devlet’in vazgeçilmez görevi olmalıdır. İslâm’ın ruhban sınıf, aracı kadro bulundurmadığını tekrar hatırlatalım. Bir de, insan ile Yaratan arasındaki yüksek haberleşmemenin aracısız bir şekilde gerçekleşebileceğini; bunun ise, bu yöndeki çileye razı olanlara ait,   bizim bilgimizi aşan bir konu olduğu açıktır.

Yirminci yüzyıl biterken, ileri teknolojiye bağımlılığın getirdiği, insanın ruhunu tatmin etme yerine, başta beş duyusu olmak üzere, bedence tatminin ön plana çıkıp yerleşmesi, insan ruhunda açlık ve tatminsizliklere yol açmıştır. Beden hastalıklarının da, psikolojik sıkıntıların da, sürdürülemeyen aile içi bağ ve dayanışma azlığının da, derin bir yalnızlığı körüklediği söylenebilir.

Yalnızlık nedir? Sevme ve sevilme ihtiyacının karşılanamadığı durumlarda, beden ve ruh hastalıklarıyla boğuşmamıza yol açan yalnızlık… İç aynasına yansıyan, dayanılmaz bir gerçekliği bunaltan y a l n ı z l ı k, derinlerdeki büyük boşluk ve kimsesizlik yüzünden, çöküntüye uğrayan insan… Kalabalıklar arasında yaşarken, kimsesizliğin ve güvenliksizliğin verdiği yalnızlığın korkuları, korkuların yalnızlığı… Sağlıklı, güvenli, destekleyici, bağışlayıcı nitelikli sevginin bulunmayışının doğurduğu yalnızlık acısından kurtulmak için, yol arayan insan… Olumsuzlukların dipsizleştirdiği iç boşluğunu, insanların kirlettiği iç aynasını Yaratan bilgisiyle doldurarak, yalnızlığını giderme ilhâmını ve idrâkini yakalama niyetli insan, kurtulmuştur. Yaratan’a teslim olmayla başlayan, sınırsız rahmetin, avf ile mağfiretin kazandıracaklarından ve yalnızlıktan arınma işlemlerinden uzaklaşan planlamaların, tatillerin oyaladığı, her aşamada yeniden hicran ve hüsranlar ile karşılaşmayı ilân eden saatlerin hapishanesinde ömür tüketmenin yıllarında, yollarında…

Sabrın, samimiyetin çok azaldığı; çocuklarına veya torunlarına oyuncak almayı veya oyuncak olmayı değil, değer ve davranış aşılamayı, örneklendirmeyi benimseyenlerin kaybolmaya başladığı bir yüzyılın başında…

Hergün değişen teknolojik ve teknik vitrinin, tüketimi teşvik ve tahrik ederken maddî yetersizliğin veya yoksulluğun, işsizliğin, gelir dağılımındaki olumsuzlukların sosyal patlamalara gebe yılları düşündürdüğü bir yüz yılın eşiğinde…

Parçalanmış ailelerin, temeli çürük birlikteliklerin, aşksız ve ruhî sadakatsiz ilişkilerin yaygınlaştığı, alkol ve uyuşturucuya başlama yaşının 12’ye indiği yüzyılın kapı ağzında…

Suyun hızla kirletilip, toprağın, hızla çoraklaşıp, ürünlerin özyapı hücreleriyle oynanıp, hem tabiatın, hem diğer canlıların ve insanın yaratılma sebebine, fıtrat ayarlarına aykırılaştırılmasının makul ve meşru sayıldığı bir asrın ayakucunda…

Beslenmesi yetersiz veya az çeşitli; barınması basit veya köhne; gerek işyeri, gerek barınılan yer, gerekse ulaşım açılarından güvenliksiz veya korku üretici; her yaşta ve her yerde bezdirici ve ezici bir yarışın teslim aldığı, vahşi kapitalizmin oyuncağı olduğunu kabul ettirdiği bir ömrün öznesi olmaya mahkûmluğun zihinlere kazıdığı bencillikler çağının ilk on yılının ajandasında…

Ve, inanç adına, ibadet adına konuşan kişi ve kurumların ayrışmacılık veya ötekileştiricilik gibi  günahları işlemek yüzünden derûnî olanı itibarsızlaştırıp şekil yüzünden canavarlaşmayı tabiî saydığı ve saydırdığı bir yüzyılın; inanç sömürgenlerinin bir kısmının büyücülük, falcılık türünden istismarları bir sektör haline getirip her türden ahlâksızlığı, irâdesizliği, hurâfeyi, bid’ati ve şirki dinin önüne, hattâ yerine geçirdiği sevimsiz vakitlerin, sisli sabahında…**

İnsan, hem kendi bunalmışlığını, hem başkalarının çaresizliğini yok etmeyi başarmak istiyorsa ne yapmalı? Bu olumsuzluklar karşısında ısrarla, iç dengesi / huzuru adına inanmak, doğru davranışlarda bulunup, hakkı savunup sabredip bunları öğütlemekten başka bir şey yapabilir mi? İslâm mistisizminin, Türk sûfilerinin, tasavvufun söylemlerini, o yolun bilgelerinin yazdıklarını ve yaşadıklarını öğrenmek -entellektüel işleyişli zihinler için- kişi ve toplum ruh sağlığı projesinin temeli yapılamaz mı?

Türkiye‘de, bu konudaki ilk bilimlik ve bilinçli yayın Fuad Köprülü'nün19 idi. Onun inanmanın çilesini, sûfî yöntemlerle çekme yöntemi ve Türk Müslümanlığı konularında Asya coğrafyasına uzanan dikkatini, diğer araştırıcılar, Anadolu ölçeğinde sürdürdüler. Bu konuda yazdıklarını okuduğum insanların bir kısmını, şükranla anmak isterim…

Türk tasavvuf dünyasının değerleri ile ışıklı şahsiyetleri konusunda kitap yazmış olup aramızdan ayrılmış bulunanların hepsini, kitaplarını okududuğumuz Fuad Köprülü’yü, Ömer Rıza Doğrul’u, Abdülbaki Gölpınarlı’yı, Mahir İz’i, Samiha Ayverdi’yi, Necip Fazıl Kısakürek ve Erol Güngör’ü20 --rahmet dileyerek-- minnetle selamlıyorum. Bu konudaki araştırmalarını paylaşanlardan Nezihe Araz’a, Süleyman Uludağ’a, Ahmet Hulusi’ye, Yaşar Nuri Öztürk’e, Selçuk Eraydın’a, Mustafa Kara’ya21 şükranlarımla birlikte, sağlıklı ömürler diliyorum.

Vicdanî ve ahlâkî olanın yerine teklif edilen değer ve davranışlar yüzünden, mâlî yetersizliğin sonucu olmak üzere ya hekimlerin (psikolog, psikiyatr ve diğerleri), ya da hâkimlerin kapısına itilen insana -şarlatanlara yakalanmamak şartıyla- tasavvufun*** verecekleri bulunduğunu söylemek isterdim.

Ve,

Beni bende demen bende değilim,
Bir ben vardır bende benden içeru.

diyen Türkmen kocasına, bu hikmeti Farsça söyleyen Mevlânâ’ya, çektikleri çilenin örtülenen anlamını, bâtınını kavramaya çalışarak yaklaşmak üzere, beraber**** yola çıkmak isterdim.

Saygılarımla… 

S A D I K      K.    T U R A L


Uluslararası Mevlâna Bilgi Şöleni, (Bildiriler). Kültür Bak., Yay., Ank., 2000, s. 29-39.





* Bu toplantıyı düzenleyen T.C. Kültür Bakanlığı’nı, özel gayret ve katkıları için Sayın Feyzi Halıcı ile Sayın Ahmet Özhan’ı şükranlarımla alkışlıyorum.

1 Ev (aile), okul, sokak (dış dünya) üçgeninde değerler, amaçlar ve kabuller arasında mutlak birlik ve mutlak benzeşirlik bulunup bulunmaması önemli bir problemdir. Örgün eğitim ve öğretim, insanı kendi toplumuyla ve devletiyle bütünleşmiş, yaşanan çağ ile ilgili olarak da gereğince bilgilenmiş yapmak zorundadır. İnsanı kültürleyen ‘örgün eğitim ve öğretim kurumları’, hangi değer, davranış ve bilgileri, mutlak “ihtiyaç” ve “gerekli” saymaktadır? Bu konuda karar verenlerin birikim ve kimliği kamuoyuna her yıl açıklanırsa, aileler yavruları hakkında karar verenlerin kimliği ve ölçütleri konusunda bilgi sahibi olurlar. Hükümetler değil, bakanlar değiştikçe bile eğitim ve öğretimde yapılan değişmeler konusunda, hukuk davalarının açılmasına ihtiyaç vardır. Şu sorular gündemde olmalıdır: Hem sekiz yıllık zorunlu, hem lise ve dengi okullar, hem de yüksekokul ve fakültelerde verilen örgün eğitim ve öğretime ait bilgi ve eğitimi denetleyen kurum ve kuruluşlar var mı? Bunlar MEB dışında oluşabilir mi? MEB düzenli, ısrarlı bir denetimi ‘müfettişler’ aracılığıyla yaptırabiliyor ise, bu ‘müfettişler’ hangi değerlendirme ölçütlerini benimsiyorlar?

2 Toplam gazete tirajının günlük üç milyona yakın, toplam yıllık kitap / çeşit basımının 8000-9000 arasında olduğu,  okuyanın çok olmadığı ülkemizde, bazı merkezlerin ödül, reklâm ve medyatik desteklerle piyasaya sürdüğü kitaplar ile millî düşüncenin ve zevkin oluşturulması mümkün mü? Benzeşmeyi, bütünleşmeyi, sağlıklı sevgiyi ve vatanseverlik ile çağdaşlığı esas alan bir ortak kimlik oluşumunu hedefleyen,  basılı ve görüntülü yayınlara olan ihtiyaç devam ediyor.

3 Şehirlileşmenin sağlıklı bir zeminde gerçekleşmesi mümkün olmamaktadır. Son elli yılda tarımdan kopup şehirlere göçen Türkiye Türkleri, bir tüketim toplumuna dönüştü. İlân, reklâm ve kredili satışlar yanında, haksız veya vergilendirilmemiş kazançlar, gelir dağılımını bozmaktadır; bu bozulmalardan doğan sosyal ve kültürel çözülmeler karşısında yer alacak önlem ve uygulamalar çok yetersizdir.

4 El Hâlik: Yoktan var eden; varlıkların, varediliş gerekçesini, kaderini ve ömrünü belirleyip, ona göre meydana getirme gücünün sahibi, Yaratan…

5 Samed: Varlığı, oluşum ve devamı bakımından hiçbir varlığa, bağlı, bağımlı, ihtiyacı bulunmayan.

6 Allah’ın doksan dokuz adı var; bu adlara Esmaü’l Hüsnâ (güzel adlar) denilir ve Allah’ın sıfatlarına dayanan adlandırmalardır. EI-Evvel: Bütün varlıkların en öncesi... Var edicisi… El-Âhir: Sonu olmayan, dâimâ kalıcı, en sonunda tek başına kalan (Bâki, Vâris esmaları da) anlamında…

7 Allah’ın El-Hayy ismi, bitmeyen dirilik, sınırsız hayat sahibi ile hayat veren anlamlarını taşıyor. El-Kayyum: Bütün âlemlerdeki her varlığın işleyişini öz yönetim gücüyle yürüten, işlevli kılan.

8 El-Kâdir: Varlıklara istediği biçim, konum ve işlevi verme yönünde, sonsuz kudret sahibi anlamında… (Muktedir ve Musavvir isimleri de)

9 Rahman ve Rahîm: Yarattıklarını affeden, yardım edip ödüllendiren; bütün yarattıklarının devamlılığı konusunda şefkat ve merhamet sahibi (Latîf ismi de).

10 Lem yelid velem yûled: İhlâs (kurtuluş, arınış) sûresi adını taşıyan ve her seviyedeki insanın Allah’ın özelliklerini kavramasına imkân veren özel ifade birliğindeki mesajlardan biri olup  “O, doğurmamıştır, doğurulmamıştır.” anlamı taşımaktadır.

11 Sır: Saklanması gereken, saklanan; gizli olan; bir kişiye, gruba, millete ait olan gizli bilgi, durum... Bu tanımı aşarak ferdî, mahallî, millî, siyasî, askerî, ticarî, dinî, ilahî sırların bulunması, bilgi sınırı ve açıklanma yasağı düşüncesini doğuruyor. Bir bilgi, söylenmemesi, ulaşmaması gereken kişi ve gruplara gitmediği sürece, bilinmezliğini koruduğu müddetçe ‘sır’ sayılır. Kişinin kendisi için ve sadece kendisine ait olan özel bir bilgiyi, kendi içinde taşıması ve kimseyle paylaşmaması durumu da, sır’dır. Asıl sır, “kenz-i mahfî (gizli hazine)” ise, Allah’ın kendisidir. O’nun sırlarını, biz O’nun izni olmadıkça bilemeyiz. ‘Kenz-i mahfî’ye ulaşma niyetiyle yola giren, bilgilenme basamaklarına ait sırları, özenle, dikkatle yaşayan ve çilesine râzı olan bir derviş ile bir insana âşık olup, bu bilgiyi paylaşmaksızın, bir sır olarak içinde yaşatan arasında fark yoktur. Bu farksızlık, sırlarının mahiyetinden değil, iç kalesini koruyan bir razı olmayla, duygu, düşünce dünyalarındaki ızdıraba sabır ve tahammül açısındandır. Ulaşmak, bütünleşmek (visal, vuslat) yolundaki olgunlaşmalar: Şüpheler, yorgunluklar ve ümitler...

12 Mistisizm: “(Hıristiyan) Gizemcilik. Yunanca, sır’la ilgili anlamına gelen mystikhos deyiminden türetilmiştir. Tanrının sezgi yoluyla kavranacağını ileri süren Batı gizemciliğini dile getirir. Genellikle her türlü gizemcilik bu deyimle nitelenirse de, Hıristiyanlığa özgü anlamlar içerir. Hıristiyan’ın kiliseden umut kesmesiyle, kendi içine kapanması ve Tanrı’yı kendi içinde aramasından doğmuştur. Kişinin her türlü aracıyı ortadan kaldırarak Tanrı’sıyla baş başa kalması ve onu kendine özgü bir anlayışla kavrayarak, ona kendine özgü bir tapımla tapmasıdır. Bu kişinin bireysel ve kişisel mister(giz, sır)’idir. Kişiye, derin ve tanrısal bir hayranlık, bir coşku verir. Çaresizlikten doğan umutsuzluğunu giderir, yaşama bağlar...” Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, İst., 1979.

13 Tarîk/Tarikat: Yol; dinî terim olarak, Allah’a ulaşmak üzere, bir mürşidin, rehberin, yönlendirmeleriyle uygulanan, bilgilenme ile vird, zikr, ibâdet, riyâzet ve semâ gibi beden ve ruh eğitimini benimseyen kullanan dinî gruplaşma.

Tarikat: “Yol. Hakk’a ermek için tutulan, birtakım kuralları ve ayinleri bulunan yol. Mutasavvıflara göre tüm insanlar, hattâ bütün yaratıkların alıp verdiği nefesler sayısınca Allah’a yol gider. İlk sûfîler, kendilerinden tecrübeli ve yaşlı üstadlardan geniş ölçüde faydalanmakla beraber, belli bir tarikat kurmamışlar, her biri kendine göre yol tutmuştu. Bunlar, görüşlerini ve manevî tecrübelerini sohbet yoluyla çevrelerinde toplananlara aktarıyordu. Kendilerine şeyh-i sohbet, şeyh ve üstad; sohbetinde bulunanlara da sâhib deniliyordu. Tayfûriye, sehliye, muhâsibiye gibi, bugünkü anlamda tarikat sayılmayan tasavvufî hareketleri bir yana bırakacak olursak, gerçek anlamda tarîkatlar, VI/XII. asırda ortaya çıkmaya başladı ve müesseseleşti.” Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst., 1991.

15 Yunus Emre’yi merkeze koyarak nefis kavramının sofîlerdeki yeri ve anlamına ilişkin bir yorumlama denemesi için bkz. S. Tural, Edebiyat Bilimine Katkılar, Ank., 1993, s. 123-134.

16 Dinin istismar edilmesi, zor gibi görünüyorsa da mümkündür.  Bir kişinin dinini, mezhebini yahut mensup olduğu dinî grubu (tarîk) kullanarak, ticaret ve siyaset yapması, sadece Müslümanlıkta değil, bütün dinlerin mensuplarında görülen olumsuz bir durumdur. 1950 sonrası Türkiye’sinde ise,  siyasetin tezlerinden ve mesajlarından en önde geleninin, dinî hakları için Mecli’in düzenlemeler yapmasında ısrarcı oldular. Son 60 yıl içinde, bilgi ve eğitim seviyesi düşük ve ekonomik gücü yetersiz insanlar, din adına tahrik edilmektedir. Yan yana gelemeyecek üç kelime varsa, o da militanlık, tahrik ve din kelimeleridir.

17 Sanayileşme ve kapitalizm olguları, ekonomik gücü yetersiz insanların üzerinde olumsuz etkiler yaptı. Sanayileşme, seri, standart ve kitle hâlinde üretimin esas olduğu yeni bir kültür yarattı. Bunun getirdiği üç önemli gösterge, kalite ve kalite-kontrol anlayışı; reklâmlarla beslenmiş tüketim ihtiyacı; hızlı değişimin getirdiği bunalımdır. Sanayileşmenin getirdiği yeni dünyanın ve yeni insanın sıkıntıları, başta inançsızlığa açılan psikolojisi ile emperyal tuzaklar olmak üzere, çeşitli sosyo-psikolojik ve sosyo-ekonomik dertleri üzerinde, 1940 sonrasında, gerek Türkiye’de, gerekse Batı’da fikir üreten büyük düşünürler ortaya çıkardı. Bunlardan birkaçını anmak isterim: Blondel, T. S. Eliot, Heideger, Oswald Spengler, Alexis Carrel, John Neff, Raymond Aron, Karl Mannheim ve Erich Fromm, Alvin Tofler; Mustafa Şekip Tunç, Ömer Rıza Doğrul, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Şemseddin Günaltay, Osman Turan, Samiha Ayverdi, Peyami Safa, Hilmi Ziya Ülken, Hasan Ali Yücel, Burhan Ümit Toprak, Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu, Mümtaz Turhan, Ali Fuat Başgil, Cemil Meriç, Sabri Ülgener, Mehmet Kaplan, İbrahim Kafesoğlu, Dündar Taşer, Doğan Avcıoğlu, Muharrem Ergin, Sulhi Dönmezer, Attila İlhan, Haluk Nurbâki, Ahmet Arvasî, Erol Manisalı, Galip Erdem, Erol Güngör, Emin Işık, Yümni Sezen, Sezai Karakoç, Uğur Mumcu, Mehmet Bayrakdar, Ahmet Tekin, İskender Öksüz.

18 Aslında bir tek din vardır; o din, bir Allah’a bağlı emirler, yasaklar, müjdeler dizisi hâlinde, farklı zamanlarda, farklı dillerle çağrıya dönüşmüştür. Seçilmiş insanlar (nebî, resul, hâdi), zaman, mekân ve dilleri farklı kitleleri, doğruya davet etmişlerdir. Din kavramı, yol, kural, yargı, sorulara cevap, güvenli yürüyüş gibi anlamlarıyla, Semitik birer dil olan İbraniceye, Aramiceye, Arapçaya dayanarak, bütün insanlığı muhatap edinen bir sözleşme çağrısı. İnsan, Allah’ın sözleşme metni olan kitap hükümlerine uymadığında, Ona ait sırlara ulaşma hakkını kaybediyor. İnsanın, yanılmaması, kaybetmemesi, Yaratan ile bütünleşmesi için yapılan yönlendirme sisteminin adı İslâm. Bu yönlendirmenin kişiyi doğrudan muhatap saydığı ve kişinin hem dışını hem içini arındırma yolculuğunda, uygulanacak yöntemlere ilişkin çok özel vaat ve davete tasavvuf deniliyor: Tasavvuf, ayrıştırmacılığın, cemaatleşmeciliğin kuklası olmadan, dünyalık artırmak için değil, hikmet’e ulaşmak için gönlüyle bu yola girip bilge-sûfîleri izleme çabası.

** Bu bildiri elinizdeki kitabın 2006 baskısındaki halinden, yeni baskıya  alınırken ana metne sekiz paragraflık bu italik kısım ile birkaç cümle eklendiği gibi, dipnotlar gözden geçirildi. İki yildiz, üç yıldız ve dört yildiz taşıyan açiklamalar 2014 yılı içinde oluşturulup eklendi.

19 Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Diyanet Yay., 8. Bs., Ank.,1993.

20 Köprülü Mehmed Fuad, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, İst., 1918; Ömer Rıza Doğrul, İslamiyet’in Geliştirdiği Tasavvuf, İst., 1948; Abdulbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler, Türkiyat Yay., İst., 1931; Menakıb-ı Hacı Bektaş Velî,  Velâyetnâme, İst., 1952; Mevlâna’dan Sonra Mevlevîlik, İst., 1953; 100 Soruda Tasavvuf, İst., 1960; Yunus Emre ve Tasavvuf, İst., 1961; 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İst., 1969; Samiha Ayverdi, Kenan Rifâî ve 20. Asrın Işığında Müslümanlık, İst., 1951; Onüçüncü Asrın Anadolu’sunda Tasavvuf ve Hz. Mevlâna, Konya, 1950; Mahir İz, Tasavvuf, İst., 1969; Necip Fazıl Kısakürek, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu, İst, 1982; Erol Güngör, İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, İst., 1981; İslam Tasavvufunun Meseleleri, İst., 1982.

21 Nezihe Araz, Anadolu Evliyaları, İst., 1969; Süleyman Uludağ, İslâm Açısından Musiki ve Sema, İst., 1976; Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İst., 1991; Yaşar Nuri Öztürk, Kutsal Gönüllü Velî: Kuşadalı İbrahim Halvetî: Hayatı, Tasavvufî Düşünceleri, Mektupları, İst., 1982; Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatler Tarihi, İst., 1985; Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatler, İst., 1996; Ahmet Hulusi, Kendini Tanı, 2. bs., İst., 1994; İnsan ve Sırları, 13. bs.,İst., 1995; Bilincin Arınışı, 11. bs, İst., 1995; Dinî Kavramlar Sözlüğü, (Diyanet Yay.), Ank., 2006.

*** Yaşlıların çaresiz yalnızlığının, boşanmaların, aldatmaların, intiharların, cinsel sapıklıkların, çılgınlık seviyesindeki takıntılı davranışların, rüşvetçiliğin, süslenme ve bakım çılgınlığının ve obezitenin yanında, kanser, grip, koah, alzheimer ve şeker gibi hastalıkların, bireyleri ve toplumları sarsmaya devam ettiği 21. yüzyılın başında tasavvuf, yeni bir işlev üstlenebilir: İnsanın  yetinmezliği ve çaresizliği, kendi bedenini, ruhununu ve tabiî çevreyi kirletirken duyarsızlığı, özgürlük ve mutluluk adına bencilleşip  sevimsiz bir yalnıza dönüşmesine yol açtı. Siyaset ve ticaret kavramlarına bağlı kurum ve kişilerin önde görünenleri,derdi görmezlerse, vahşi kapitalizm, insanı hastalandırmayı sürdürecek. İnsanın, kendisini, varlıkları ve beş duyusuyla öğrenemediği dünyayı, “niçin“ lerle başlayıp  değişmez hakikati kavramaya çalışmadıkça bu hastalıklar devam edecektir.Bu hastaları istismar edenler ise çoğalacaktır.

**** Kime ait olursa olsun, söze dönüşmüş olanın, hattâ her ünlemin, bir görünen (zâhiri), bir de örtülenmiş, (bâtınî, mecazî) anlamı vardır. Hâkimlerin, suç’un ve suçlunun eksiksiz ve yanlışsız bilmeleri  için; hekimlerin, hastalık’ın ve tedavinin eksiksiz ve yanlışsız belirlemeleri  için, kendilerine söylenmiş olanları, belgeleri dikkatle dinleyip okumaları, doğru yorumlayıp doğru hüküm vermeleri gerekir. Hâkimler toplumun sosyal sağlığını, hekimler beden sağlığını korumak için, sözün / yazının her yanını ve yönünü anlamak zorunda olan insanlardır. Allah’tan gelen vahiy nitelikli hükümlerin bir zâhirî, bir de batınî yanları vardır; resuller, nebiler her iki anlama ait bilgiyi ehline ulaştırmışlardır. Kur’ân’daki hükümler öncelikle Hz. Muhammed’in hadis-i kutsileriyle ve hadis-i nebevileriyle halkın bilgisine / idrakine sunulmuştur. Kur’ân’daki hükümlerin, zâhirî ve şer‘i (iman / itikat, ibadet ve muamelât alanlarına ilişkin değerler ve kurallar) olanlarını sistemleştirenlerin önde gelenlerine mezhep imamı adı verilir; sonrakiler ise, fakıhlar, müftîlerdir. Bu türden mürşitlere, şeriat erbabı, zâhir ulemâsı, rüsûm allâmesi denilir. Kur’ân’ın, yalnızca zâhirî anlamını değil, bâtınî anlamlarını da, öğrenmeye, anlamaya, uygulamaya çalışanlara ise, velî, sûfî, hakîm denilir. Velî, sûfi, hakîm nitelikliler ise, murakabe, riyâzât (çile), mücahade, manevî hal (keşf, ilham) ve makam adını taşıyan eğitim ve öğretim yöntemleriyle, insanın ruhunu Allah‘a yakınlaştıran insanlardır. Velî, hakîm, sufi nitelikli insanların mürşitliği ise, bâtın ehli, hakikat erbâbı, marifet mürşidi olarak nitelenmiştir.

TESPİH; SEHERLER, İHTİYAÇLAR VE ALLAH'A KULLUKTA KOLAYLIK; ALLAH'A KULLUK BORCU.


V. İBADET

A.  ALLAH'A KULLUK - 5  

5. TESPİH

a) Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. Aziz'dir O, Hâkim'dir


Yedi gök, yerküre ve bunların içindekiler O'nu tespih ederler. Hiçbir şey yoktur ki, O'nu överek tespih etmesin; fakat siz onların tespihlerini fark edemezsiniz. O Halîm'dir, Gafûr'dur. 17. sure (İSRÂ) 44. ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)

Göklerde ve yerdeki her şey Allah'ı tespih etmektedir. Azîz'dir O, Hakîm'dir. 57. sure (HADÎD) 1. ayet (Resmi: 57/İniş:112/Alfabetik:33)

Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ı tespih etmiştir. Azîz'dir O, Hakîm'dir. 59. sure (HAŞR) 1. ayet (Resmi: 59/İniş:95/Alfabetik:35)

Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ı tespih etmiştir. Azîz'dir O, Hakîm'dir. 61. sure (SAFF) 1. ayet (Resmi: 61/İniş:108/Alfabetik:89)

Göklerdekiler ve yerdekiler o Melik, o Kuddûs, o Azîz, o Hakîm Allah'ı tespih ediyor. 62. sure (CUMUA) 1. ayet (Resmi: 62/İniş:96/Alfabetik:17)

 Göklerdekiler ve yerdekiler Allah'ı tespih ediyor. O'nundur mülk ve yönetim; O'nun içindir tüm övgüler. Her şeye gücü yetendir O. 64. sure (TEĞÂBÜN) 1. ayet (Resmi: 64/İniş:107/Alfabetik:101)

b) Allah'ın ayetlerine inananlar onlarla kendilerine öğüt verildiğinde, secdelere kapanırlar ve hiç böbürlenmeyerek Rablerine Hamd ile tespih ederler


Bizim ayetlerimize o kimseler inanır ki, onlarla kendilerine öğüt verildiğinde, secdelere kapanırlar ve hiç böbürlenmeyerek Rablerine Hamd  ile tespih ederler. 32. sure (SECDE) 15. ayet (Resmi: 32/İniş:75/Alfabetik:92)

c) Her şey,  göklerdeki ve yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah'ı tespih etmektedir. Her biri kendine özgü duasını, kendine özgü tespihini bilmiştir


Gök gürültüsü O'nu hamd ile tespih eder; melekler de O'ndan ürpererek... Yıldırımlar gönderir de onlarla dilediğini çarpar. Allah, tuzak kuranların hilelerini başlarına geçirmede çok güçlü olduğu halde, onlar O'na karşı mücadele edip duruyorlar. 13. sure (RA'D) 13. ayet (Resmi: 13/İniş:87/Alfabetik:85)

Kandil, Allah'ın yükseltilmesine ve içinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah akşam O'nu tespih eder. 24. sure (NÛR) 36. ayet (Resmi: 24/İniş:102/Alfabetik:84)

Görmedin mi, göklerdeki ve yerdeki şuurlular da bölük bölük olmuş kuşlar da Allah'ı tespih etmektedir. Her biri kendine özgü duasını, kendine özgü tespihini bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilmektedir. 24. sure (NÛR) 41. ayet (Resmi: 24/İniş:102/Alfabetik:84)

d) Allah Davud'a dağları boyun eğdirdi,  Kuşlarla beraber tespih ediyorlardı


Onu Süleyman'a derhal kavrattık. Her birine hükümdarlık ve bilgi verdik. Dâvud'a dağları boyun eğdirdik. Kuşlarla beraber tespih ediyorlardı. Yapmak isteyince yapanlarız biz. 21. sure (ENBİYÂ) 79. ayet (Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)

Dağları onunla birlikte buyruk altına almıştık: Akşam sabah birlikte tespih ederlerdi. 38. sure (SÂD) 18. ayet (Resmi: 38/İniş:38/Alfabetik:88) 


e) Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular (Melekler) Rablerini Hamd ile tespih ederler ve ona inanırlar


Gece ve gündüz tespih ederler, bıkıp usanmazlar. 21. sure (ENBİYÂ) 20. ayet (Resmi: 21/İniş:73/Alfabetik:21)

 Melekleri de arşın çevresini kuşatarak Rablerinin hamdiyle tespih eder halde görürsün. Aralarında hakla hüküm verilmiştir. Nihayet şöyle denir: "Hamd alemlerin Rabbi'ne özgüdür!" 39. sure (ZÜMER) 75. ayet (Resmi: 39/İniş:59/Alfabetik:114)

Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru!" 40. sure (MÜ'MİN) 7. ayet (Resmi: 40/İniş:60/Alfabetik:69)

f) Sabret, güneşin doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini överek tespih et! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucundan da tespih et


Artık, onların söylediklerine sabret; Güneş'in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbini överek tespih et! Gecenin bazı saatleriyle gündüzün iki ucunda da tespih et ki, hoşnutluğa erebilesin. 20. sure (TÂHÂ) 130. ayet (Resmi: 20/İniş:45/Alfabetik:96)

Öyleyse sabret! Kuşkun olmasın ki, Allah'ın vaadi haktır. Günahın için af dile. Akşam ve sabah, Rabbini överek tespih et! 40. sure (MÜ'MİN) 55. ayet (Resmi: 40/İniş:60/ Alfabetik:69)

Artık onların söylediklerine sabret ve Güneş'in doğuşundan önce de batışından önce de Rabbinin hamdiyle tespih et! Gecenin bir kısmında ve secdelerin arkalarından O'nu tespih et! 50. sure (KAF) 39-40. ayet (Resmi: 50/İniş:34/Alfabetik:49)

Gecenin bir kısmında da O'na secde et! Ve geceleyin O'nu uzunca tespih et/uzun bir gece boyu O'nu tespih et! 76. sure (İNSÂN) 26. ayet (Resmi: 76/İniş:90/Alfabetik:43)


6. SEHERLER, İHTİYAÇLAR VE ALLAH'A KULLUKTA KOLAYLIK


a ) Seherler


Kullar ki sabredenlerdir, özü-sözü doğru olanlardır, ilahî huzurda duranlardır, nimet ve imkânlardan başkalarını yararlandıranlardır; seherlerde, bağışlanmak için yakaranlardır. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 17. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

Seher vakitlerinde af dilemekteydi onlar. 51. sure (ZÂRİYÂT) 18. ayet (Resmi: 51/İniş:67/Alfabetik:111) 

Biz de üzerlerine çakıl taşları fırlatan bir rüzgâr gönderdik. Sadece Lût'un ailesini, seher vakti kurtarmıştık, 54. sure (KAMER) 34. ayet (Resmi: 54/İniş:37/Alfabetik:52)

b) İhtiyaçlar-Allah hiçbir şey muhtaç değildir, her şey ona muhtaçtır


Açık-seçik deliller, İbrahim'in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Ganî'dir. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 97. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız Allah'ındır. İnan olsun, hem sizden önce kitap verilenlere hem de size, "Allah'tan sakının!" diye önerdik. Nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, göklerdekiler de yerdekiler de Allah'ındır. Allah Ganî'dir, zenginliğine sınır yoktur; Hamîd'dir, övülen ve övendir. 4. sure (NİSA) 131. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

De ki: "Göklerin ve yerin Fâtır'ı olan o yaratıcıdan, o yedirip doyuran ama kendisi yedirilip beslenmeyen Allah'tan başkasını mı velî edineyim?" De ki: "Bana, İslam'ı / Allah'a teslim olmayı seçenlerin ilki olmam emredildi." Ve sakın şirke sapanlardan olma! 6. sure (EN'ÂM) 14. ayet (Resmi: 6/İniş:55/Alfabetik:20)

Gökleri ve yeri yaratıp donatan Bedî' O'dur! Nasıl çocuğu olur O'nun, kendisinin bir eşi olmadı ki! Her şeyi O yarattı ve her şeyi en iyi şekilde bilen de O'dur! 6. sure (EN'ÂM) 101. ayet (Resmi: 6/İniş:55/ Alfabetik: 20)

Kazandıkları şeyler yüzünden varış yerleri ateş olacakların ta kendileridir. 10. sure (YÛNUS) 8. ayet (Resmi: 10/İniş:51/Alfabetik:109)

Şöyle demişti Mûsa: "Siz de yeryüzünde bulananların tümü de küfre saplansanız, hiç kuşkusuz Allah mutlak Ganî, mutlak Hamîd'dir. 14. sure (İBRÂHİM) 8. ayet (Resmi: 14/İniş:72/Alfabetik:40)

Şöyle de: "Hamd , o Allah'a özgüdür ki, çocuk edinmemiştir; mülk ve yönetiminde ortağı yoktur; âcizlik yüzünden dost edinmemiştir." Ve tekbir edip yücelt O'nu! 17. sure (İSRÂ) 111. ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)

Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: "Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm." Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: "Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir." 27. sure (NEML) 40. ayet (Resmi: 27/İniş:48/Alfabetik:81)

Ve kim didinir, gayret sarfederse hiç kuşkusuz kendi benliği lehine gayret sarfetmiş olur. Gerçek olan şu ki, Allah, âlemlere muhtaç olmaktan uzak, mutlak bir Ganî'dir. 29. sure (ANKEBÛT) 6. ayet (Resmi: 29/İniş:85/Alfabetik:8)

Ey insanlar, siz Allah'a yönelmiş yoksullarsınız! Allah ise mutlak Ganî, mutlak Hamîd'dir. 35. sure (FATIR) 15. ayet (Resmi: 35/İniş:43/Alfabetik:24)

Biz onun ardından kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik, indirecek de değildik. 36. sure (YÂSÎN) 28. ayet (Resmi: 36/İniş:41/Alfabetik:108)

Eğer nankörlüğe saparsanız şu bir gerçek ki, Allah size muhtaç olmayacak bir Gani'dir. O, kulları için inkar ve nankörlüğe razı olmaz. Eğer şükrederseniz bunu sizin için rızasına uygun bulur. Hiçbir günahkar bir başkasının günahını yüklenmez. Sonunda dönüşünüz ancak Rabbinizedir. O size, işlemiş olduklarınızı haber verecektir. O, göğüslerin saklamakta olduklarını çok iyi bilir. 39. sure (ZÜMER) 7. ayet (Resmi: 39/İniş:59/Alfabetik:114)

 Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni yedirip doyurmalarını da istemiyorum. 51. sure (ZÂRİYÂT) 57. ayet (Resmi: 51/İniş:67/Alfabetik:111)

Yemin olsun, onlarda sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlere çok güzel bir örnek vardır. Kim yüz çevirirse şunu bilsin ki, Allah, sınırsız zengindir; tüm övgülerin sahibidir. 60. sure (MÜMTEHİNE) 6. ayet (Resmi: 60/İniş:111/Alfabetik:71)

Bu böyledir. Çünkü resulleri onlara apaçık deliller getirip dururken onlar: "Bir insan mı bize kılavuzluk edecek?!" deyip küfre saptılar ve yüz çevirdiler. Ve Allah hiçbir şeye muhtaç olmadığını gösterdi. Allah, sınırsız zenginliğin, sonsuz övgülerin sahibidir. 64. sure (TEĞÂBÜN) 6. ayet (Resmi: 64/İniş:107/ Alfabetik:101) 


c) Allah'a Kullukta Kolaylık


Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin durumunu biliyor. Gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte birini ayakta geçiriyorsun. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlamıştır. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip etti. O halde Kur'an'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur'an'dan, kolay geleni okuyun! Namazı kılın! Zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin. Hiç kuşkusuz, Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. 73. sure (MÜZZEMMİL) 20. ayet (Resmi: 73/İniş:3/Alfabetik:74) 

Sana, en kolay olanı kolaylaştıracağız. 87. sure (A'LÂ) 8. ayet (Resmi: 87/İniş:8/Alfabetik:5)

Temizle giysilerini! 74. sure (MÜDDESSİR) 4. ayet (Resmi: 74/İniş:4/Alfabetik:67) 

Yemin olsun ki, biz, Kur'an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var?! 54. sure (KAMER) 17,22,32,40. ayet (Resmi: 54/İniş:37/Alfabetik:52)

Sürelerini doldurma noktasına geldiklerinde o kadınları ya örfün gerektirdiği biçimde tutun yahut da yine örfün gerektirdiği şartlarla onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi de tanık tutun. Tanıklığı Allah için tam bir biçimde yapın. Allah'a ve âhiret gününe inanan kişiye işte bu şekilde öğüt verilmektedir. Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu nasip eder. 65. sure (TALÂK) 2. ayet (Resmi: 65/İniş:100/Alfabetik:98)

Âdetten kesilen kadınlarınızın iddet bekleme sürelerinde kuşkuya düşerseniz, onların iddetleri üç aydır. Hiç âdet görmemiş kadınların süreleri de böyledir. Gebe olan kadınların süreleri ise yüklerini bırakmalarına kadardır. Kim Allah'tan korkarsa, O ona işinde bir kolaylık nasip eder. İşte bu, Allah'ın size indirmiş olduğu emridir. Kim Allah'tan korkarsa O, onun çirkinliklerini örter ve onun ödülünü büyütür. 65. sure (TALÂK) 4-5. ayet (Resmi: 65/İniş:100/Alfabetik:98)

 Geniş imkâna sahip olan bu geniş imkânından harcasın. Rızkı kendisine ölçü ile verilmiş olan da Allah'ın kendisine verdiğinden infak etsin. Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmaz. Allah, bir güçlükten sonra bir kolaylık yaratacaktır. 65. sure (TALÂK) 7. ayet (Resmi: 65/İniş:100/Alfabetik:98)

Kim verir ve sakınırsa, Ve güzeli doğrularsa, Biz ona, en kolay olanı kolaylayacağız. Ama kim cimriliğe sapar ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görür, Ve güzelliği yalanlarsa, Biz onu, en zor olana sevk edeceğiz. 92. sure (LEYL) 5-10. ayet (Resmi: 92/İniş:9/Alfabetik:58)
Demek ki, zorluğun yanında bir kolaylık mutlaka var! Zorluğun yanında bir kolaylık muhakkak var! O halde, boşalır boşalmaz yeni bir işe koyulup yorul! Ve yalnız Rabbine yönelip doğrul! 94. sure (İNŞİRAH) 5-8. ayet (Resmi: 94/İniş:12/Alfabetik:45)
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2. sure (BAKARA) 186. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11) 

Allah uğrunda O'na yaraşır bir gayretle didinin. O sizi seçmiş ve dinde size hiçbir güçlük çıkarmamıştır. Babanız İbrahim'in milletini esas alın. Allah sizi, önceden de şu Kitap'ta da "Müslümanlar / Allah'a teslim olanlar" diye adlandırdı ki, resul sizin üzerinize bir tanık olsun, siz de insanlar üzerine tanıklar olasınız. O halde namazı kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O'dur sizin Mevlâ'nız. Ne güzel Mevlâ'dır O, ne güzel yardımcıdır O! 22. sure (HAC) 78. ayet (Resmi: 22/İniş:88/Alfabetik:32)

7. BORÇ, ALLAH'A KULLUK BORCU


Ey insanlar! Sizi de sizden öncekileri de yaratan Rabb'inize ibadet edin ki, korunabilesiniz. 2. sure (BAKARA) 21. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Bunun üzerine Âdem, Rabb'inden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti. Gerçekten de O, evet O, Tevvâb'dır, tövbeleri cömertçe kabul eder; Rahîm'dir, rahmetini cömertçe yayar. 2. sure (BAKARA) 37. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Hani Mûsa, toplumuna demişti ki: "Ey toplumum, buzağıyı tanrı edinmenizle öz benliklerinize zulmettiniz. Hadi, yaratıcınıza, Bâri'nize tövbe edin; egolarınızı öldürün. Böyle yapmanız yaratıcınız katında sizin için daha iyidir; O sizin tövbelerinizi kabul eder. Hiç kuşkusuz O, evet O, tövbeleri çok kabul edendir, rahmeti sonsuz olandır." 2. sure (BAKARA) 54. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

"Rabb'imiz! Bizi, sana teslim olmuş iki müslüman kıl. Soyumuzdan da sana teslim olan müslüman bir ümmet oluştur. Bize ibadet yerlerimizi göster, bizim tövbemizi kabul et. Sen, evet sen, Tevvâb'sın, tövbeleri cömertçe kabul edersin; Rahîm'sin, rahmetini cömertçe yayarsın." 2. sure (BAKARA) 128. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Tövbe edip hallerini düzeltenlerle gerçeği açıklayanlar müstesna. İşte böylelerinin tövbesini kabul ederim. Doğrusu ben tövbeleri çok çok kabul edenim, rahmeti sınırsız olanım. 2. sure (BAKARA) 160. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

İş ve hüküm konusunda sana düşen bir şey yoktur. Allah ya tövbelerini kabul ederek onları bağışlar yahut da zalim oldukları için onlara azap eder. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 128. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

 Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur. 4. sure (NİSA) 16. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

Allah sizin tövbenizi kabul etmek istiyor. Şehvetlerine uyanlarsa sizin büyük bir sapışla sapmanızı isterler. 4. sure (NİSA) 27. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

Biz hiçbir resulü, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesi dışında bir amaçla göndermedik. Eğer onlar, öz benliklerine zulmettiklerinde sana gelip Allah'tan af dileseler, resul de kendileri için af dileseydi, elbette ki Allah'ı tövbeleri cömertçe kabul eden bir Rahîm olarak bulacaklardı. 4. sure (NİSA) 64. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

Yanlışlık hali müstesna, bir müminin bir mümini öldürmesi olacak şey değildir. Yanlışlıkla bir mümini öldürenin, özgürlüğü elinden alınmış bir mümini özgürlüğüne kavuşturması, ölenin ailesine de üzerinde anlaşmaya varılacak tatmin edici bir diyet vermesi gerekir. Vârislerin, diyeti bağışlaması hali müstesna. Eğer öldürülen, mümin olmakla birlikte size düşman bir topluluktan ise o zaman öldürenin, özgürlüğünden yoksun bir mümini özgürlüğüne kavuşturması gerekir. Öldürülen, sizinle aralarında antlaşma bulunan bir toplumdan ise o durumda, öldürülenin ailesine tatmin edici bir diyet verme yanında, hürriyetinden yoksun bir mümini hürriyetine kavuşturmak da gerekli olur. Bunlara imkân bulamayan, Allah'a tövbe olarak iki ay kesiksiz oruç tutar. Allah, gereğince bilendir, hikmeti sonsuzdur. 4. sure (NİSA) 92. ayet (Resmi: 4/İniş:98/Alfabetik:82)

Kim zulmünden sonra tövbe eder, halini düzeltirse kuşkusuz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok affedici, çok merhametlidir. 5. sure (MÂİDE) 39. ayet (Resmi: 5/İniş:110/Alfabetik:60)

Başları avuçları arasına düşürülüp de sapmış olduklarını fark ettiklerinde şöyle yakardılar: "Rabbimiz bize merhamet etmez, bizi affetmezse mutlaka hüsrana düşenlerden olacağız." 7. sure (A'RAF) 149. ayet (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)

Biz, ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler. 7. sure (A'RAF) 174. ayet (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9) 

Bilmediler mi ki, Allah'tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allah'tır, O Tevvâb, O Rahîm... 9. sure (TEVBE) 104. ayet (Resmi: 9/İniş:113/Alfabetik:104)

Geride bırakılan üç kişinin de tövbesini kabul etmiştir. Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, öz benlikleri kendilerini sıkıştırmıştı; Allah'ın öfkesinden kurtulmak için yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını fark etmişlerdi. Sonra onlara tövbe nasip etti ki, eski hallerine dönsünler. Hiç kuşkusuz, Allah, tövbeleri çok çok kabul eden, rahmeti sınırsız olandır. 9. sure (TEVBE) 118. ayet (Resmi: 9/İniş:113/Alfabetik:104)

 Sonra, Rabbi onu arıtıp temizledi, onun tövbesini kabul edip kendisini iyiye ve doğruya kılavuzladı. 20. sure (TÂHÂ) 122. ayet (Resmi: 20/İniş:45/Alfabetik:96)

Allah'ın lütuf ve rahmeti üzerinizde olmasaydı neylerdiniz! Ve hiç kuşku yok Allah Tevvâb'dır, Hakîm'dir. 24. sure (NÛR) 10. ayet (Resmi: 24/İniş:102/Alfabetik:84)

 Sizin için, dinden, Nûh'a önerdiğini, sana vahyettiğini, İbrahim'e, Mûsa'ya ve İsa'ya önerdiğimizi şöyle diyerek kanunlaştırdı: "Dini dosdoğru tutun; onda bölünüp fırkalara ayrılmayın!" Onları çağırdığın bu tutum, şirke bulaşanlara çok ağır gelmiştir. Allah, dilediğini kendisi için seçer ve hakka yönelenleri kendisine iletir. 42. sure (ŞÛRÂ) 13. ayet (Resmi: 42/İniş:62/Alfabetik:95)

O, sözünü, kendinden sonra yaşayacak bir mesaj yaptı ki, insanlar hakka dönebilsinler. 43. sure (ZUHRUF) 28. ayet (Resmi: 43/İniş:63/Alfabetik:113)

Ey iman edenler! Zandan çok sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Sinsi casuslar gibi ayıp aramayın! Gıybet ederek biriniz ötekini arkasından çekiştirmesin! Sizden biri, ölmüş kardeşinin etini yemek ister mi? Bakın bundan iğrendiniz. Allah'tan sakının! Hiç kuşkusuz, Allah tövbeleri çok kabul eden, rahmeti sonsuz olandır. 49. sure (HUCURÂT) 12. ayet (Resmi: 49/İniş:105/Alfabetik:37)

 Benliğini arındıran/zekât veren, kurtuluşa gerçekten ermiştir. 87. sure (A'LÂ) 14. ayet (Resmi: 87/İniş:8/ Alfabetik:5)

Biz insanı gerçekten bir sıkıntı ve zorluk içinde yarattık. 90. sure (BELED) 4. ayet (Resmi: 90/İniş:35 / Alfabetik:12)

 Benliği temizleyip arındıran, gerçekten kurtulmuştur. 91. sure (ŞEMS) 9. ayet (Resmi: 91/İniş:26/ Alfabetik:93)

Tespih et Rabbini O'na Hamd  ile! Ve O'ndan af dile! Çünkü O, Tevvâb'dır, günahları affeder sınırsız bir şekilde 110. sure (NASR) 3. ayet (Resmi: 110/İniş:114/Alfabetik:77)


RESUL KUR'AN'IN KUR'AN MESAJLARI - M. Kemal Adal

Selam...

​ T.C. / M. Kemal Adal