İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

1 Şubat 2016 Pazartesi

KUR'AN’IN IŞIĞINDA, ALLAH’A KULLUK, ALLAH’A İÇTEN BAĞLILIK (İhlâs), ALLAH’A EŞ KOŞMAK (ŞİRK), ŞEFAAT KAVRAMLARI İLE “İNDİRİLEN DİN” ve “UYDURMA DİN“ (vahyîlik ilkesi ve içtihat), VE TARİKATLAR İNCELEME VE DEĞERLENDİRMESİ


DE Kİ; “ALLAH BANA YETER."

Bu yazı RESUL KUR'AN'IN KUR'AN TEFSİRİ 39-41. ZÜMER, MÜ'MİN ve FUSSİLET SURELERİ E KİTAP (MKA); 39 / ZÜMER SURESİ / 1-4. AYETLER DİP NOTLARINDAN KISALTIP ALINTI YAPILARAK HAZIRLANMIŞTIR. – M. Kemal Adal


KUR'AN’IN IŞIĞINDA,
ALLAH’A KULLUK,
ALLAH’A İÇTEN BAĞLILIK (İhlâs),  
ALLAH’A EŞ KOŞMAK (ŞİRK),
ŞEFAAT,  
“İNDİRİLEN DİN” ve “UYDURMA DİN“ (vahyîlik ilkesi ve içtihat) ,
TARİKATLAR

İNCELEME VE DEĞERLENDİRMESİ

ZÜMER SURESİ


Genel Olarak Kur'an ve Hz. Peygambere İndirilişi:39/1-2


Y.N. Öztürk
Bu Kitap'ın indirilişi Aziz ve Hakim olan Allah'tandır.

M. Esed
Bu ilahi kelamın indirilişi, güç ve hikmet Sahibi olan Allah'tandır.

Allah’a Kulluk: 39/2-3

Allah'a İçten Bağlılık (İhlâs): 39/2


Y.N. Öztürk
Emin ol, bu Kitap'ı biz sana hak olarak indirdik. O halde, dini yalnız Allah'a özgüleyerek O'na kulluk / ibadet et!

M. Esed
hakikati ortaya koyan bu vahyi sana indiren Biziz. Öyleyse içten bir inançla Allah'a bağlanarak yalnız O'na kulluk et!

  Dipnot: *39/2: Din yalnız Allah'a özgülenerek, O'na ibadet / kulluk edilir. Geleneksel ve zamanımızın müşriklerine uyulmaz. İslam dininin biricik kaynağı olan Kuran'ı terk eden Müslümanlar, dini Yalnız Tanrı'ya özgüleyeceklerine, onu, tanrı + peygamber + sahabe + tabiin + mezhep müçtehitleri + mezhepte müçtehitler + eski âlimler + ve daha sonra gelen âlimciklerden ve şeyhlerden oluşan bir anonim şirketin ortaya koyduğu bir beşerî din haline dönüştürdüler. Bak: 2/139; 7/29; 16/52; 39/2, 11- 14; 40/14, 65; 98/5.



 2/139: De ki onlara: 'Allah hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Oysaki Allah hem bizim Rabb'imizdir hem sizin Rabb'inizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size. Biz yalnız O'na / Allah'a gönül verenleriz.' 

 Bak 7/29: Şunu da söyle: 'Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O'na doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O'na yakarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O'na döneceksiniz.' 

 16/52: Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur. Din de sürekli olarak yalnız O'nundur. Hâlâ, Allah'tan başkasından mı sakınıyorsunuz! 

 39/2: 'Emin ol, bu Kitap'ı biz sana hak olarak indirdik. O halde, dini yalnız Allah'a özgüleyerek O'na kulluk / ibadet et!' 

 39/11-14: De ki: "Bana, dini yalnız Allah'a özgüleyerek, O'na ibadet / kulluk etmem emredildi." +"Ve bana, müslümanların ilki olmam emredildi." +De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım." + De ki: "Ben, dinimi yalnız kendisine özgüleyerek, Allah'a ibadet ediyorum."

 40/14: 'Kâfirler hoşlanmasa da siz, dini yalnız O'na özgüleyerek, Allah'a dua edin!' 

 40/65: 'Hayy O'dur! Tanrı yoktur O'ndan başka. Dini kendisine özgüleyerek dua edin O'na. Hamt olsun âlemlerin Rabbi'ne!' 

 98/5: 'Oysaki onlara, dini yalnız O'na özgüleyerek, dosdoğru yürüyen kişiler halinde sadece Allah'a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte budur doğru, eskimez ve aşınmaz din.'

Edip Yüksel - MESAJ Kuran Çevirisi Dipnotlarından Alıntılanmıştır.


Allah'a Eş Koşmak (Şirk): 39/3-4


Y.N. Öztürk
Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O'ndan başkasını veliler edinerek, "biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz.

M. Esed
Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, "Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!" (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir, çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz!

  Dipnot: *39/3: Arı duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır. Mekke müşrikleri ile İslam dinini bir limitet veya anonim şirketi dinine çeviren günümüz müşrikleri arasında pek bir fark yoktur. Peygamberin, evliyaların kendilerine şefaat (kesin kurtarış sağlayabilme yetki ve gücü ile aracılık - MKA) edeceklerine inananlar, onları Tanrı'ya eş koşmaktadırlar; itiraf etmeseler bile (6/23). Ayrıca bak: 2/48.


 6/23: Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: 'Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.' Ayeti dip notuna bak:


  Dipnot: *6/23: Allah'a eş / ortak koşulan şeyler: Kuran, halkın Tanrı'dan ayrı olarak ilahlaştırdığı birçok değişik tanrı örnekleri verir. Örneğin çocuklar (7/190), din liderleri ve bilginleri (9/31), mal ve mülk (18/42), ölmüş evliya ve peygamberler (16/20-21; 35/14; 46/5-6), ego (25/43; 45/23). Şeytan, şirke bulaştırmak için ilk iş olarak, yanlış veya eksik bir şirk tanımını kabul ettirerek özeleştiri sistemini imha eder. Nitekim müşrikler, kendilerinin müşrik olduğunu kabul etmezler. (6/23). Bak 19/81. Dip Not Açıklaması.



ALLAH DIŞINDA EDİNİLEN İLAHLAR / ALLAH'A EŞ / ORTAK KOŞULANLAR:

 Çocuklar: 

7/190: 'Allah onlara ruhta, bedende güzel bir çocuk verince, kendilerine verdiği nimete ikisi birden Allah'a ortak koşmaya başladılar. Allah onların ortak koştuğu şeylerden arınmıştır.'

 Din liderleri ve bilginleri: 

9/31: 'Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet / kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.'

 Mal ve mülk: 

18/42: 'Derken bütün ürününe el kondu. Bağ sahibi, çardakları üzerine çökmüş bulunan bağ için harcadıklarına vahlanarak avuçlarını ovuşturuyor ve şöyle diyordu: 'Ne olurdu, Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım!'

 Ölmüş evliya ve peygamberler: 

16/20 -21: 'Allah dışında yakardıklarınız hiçbir şey yaratamazlar; onların kendileri yaratılmaktadır. + Hayat bulmaz ölülerdir onlar. Ne zaman dirilteceklerini bile bilmezler.' 

 35/14: 'Onlara çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin onları ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Hiç kimse sana, Habîr olan Allah'ın verdiği gibi haber veremez.' 

 46/5-6: 'Kıyamet gününe kadar kendisine cevap vermeyecek birilerine, Allah'ın berisinden yalvarıp durandan daha sapık kim vardır? Ve o yalvardıkları, onların yakarışından habersizdirler. + İnsanlar, haşredilmek üzere toplandığında, o taptıkları onlara düşman olurlar; onların ibadetlerini de inkâr ederler.'

 Ego: 25/43: 

'İğreti arzusunu ilah edinen kişiyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın?'

 45/23: 'Kendisinin ilahı olarak kendi duygu ve arzusunu almış kişiyi gördün mü? Allah onu bir ilim üzerine saptırmış, kulağı ve kalbi üzerine mühür basmış, gözünün üstüne de bir perde çekmiştir. Allah'tan sonra ona kim kılavuzluk edecektir. Hâlâ düşünüp ibret almıyor musunuz?'

Şeytan, şirke bulaştırmak için ilk iş olarak, yanlış veya eksik bir şirk tanımını kabul ettirerek öz eleştiri sistemini imha eder.  Nitekim müşrikler, kendilerinin müşrik olduğunu kabul etmezler.

6/23: 'Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: 'Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.' Bak 19/81. Dip Not Açıklaması.



  *19/81: Şirk (19/81) ve Şirk türleri: Kendini heykellere adamak (7/138) şirkin sadece bir türüdür. Allah'ın isminin yanında başka isimleri anmaktan hoşlanmak (39/45), din adamlarının Tanrı adına koyduğu din kurallarını izlemek (9/31; 42/21, 6/148), peygamberlerin ve evliya olduğuna inanılan kimselerin şefaat ve yardımına inanmak (2/48; 10/18), peygamberlerin hatasız olduğunu ileri sürmek (18/110) gibi tavırlar da şirktir. Müşrik kafalar, şeytanın hipnozu altında bulunduklarından Kuran'daki apaçık ayetlere rağmen kendilerinin hâlâ tek Tanrıcı olduklarını sanırlar (6/23). Bak: 18/32-42. Dip Not Açıklaması.


ŞİRK / ALLAH'A EŞ (ORTAK) KOŞMAK VE ŞİRK TÜRLERİ;

Şirk: 

19/81: 'Kendilerine onur ve destek olsunlar diye Allah dışında ilahlar edindiler.'

 Şirk türü: Kendini heykellere adamak: 

 7/138: 'İsrailoğullarına denizi geçirttik. Özel putlarına tapan bir topluluğa rastladılar. Bunun üzerine: 'Ey Musa, dediler, bunların ilahları olduğu gibi sen de bize bir ilah belirle.' Musa dedi: 'Siz cahilliği sürdürmekte olan bir toplumsunuz.'

 Şirk türü: Allah'ın isminin yanında başka isimleri anmaktan hoşlanmak: 

 39/45: 'Allah yalnız başına anıldığında, ahirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir; O'nun dışındakiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler.'

 Şirk türü: Din adamlarının Tanrı adına koyduğu din kurallarını izlemek: 

 9/31: 'Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da rabler edindiler. Meryem oğlu Mesih'i de öyle. Oysa kendilerine, tek olan Allah'tan başkasına ibadet / kulluk etmemeleri emredilmişti. İlah yok o tek Allah'tan başka. Onların ortak koştuklarından arınmıştır O.' 

 42/21: 'Yoksa onların, dinden, Allah'ın izin vermediği şeyi kendileri için yasalaştıran ortakları mı var? Kesin ayrıma ilişkin söz olmasaydı, aralarında hüküm mutlaka verilirdi. O zalimler var ya, onlar için acıklı bir azap öngörülmüştür.' 

 6/148: 'Şirke batanlar şöyle diyecekler: 'Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık.' Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki: 'Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz.'

 Şirk türü: Peygamberlerin ve evliya olduğuna inanılan kimselerin şefaat (Allah Katında mutlak yaptırım gücü ile yaptırım yetkisine - MKA) ve yardımına inanmak (2/48 Dip notunda ŞEFAAT NEDİR, KİM KİME ŞEFAAT EDİYOR? Başlıklı özgün yorum/ inceleme yazıma bakınız) :

 2/48: 'Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.' 

 10/18: 'Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: 'Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır.' De onlara: 'Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?' Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O.'

 Şirk türü: Peygamberlerin hatasız olduğunu ileri sürmek: 

 18/110: De ki: 'Ben de sizin gibi bir insanım. Ancak, tanrınızın bir tek tanrı olduğu bana vahyediliyor. O halde, Rabbine kavuşmayı uman, hayra ve barışa yönelik iş yapsın ve Rabbine ibadette hiç kimseyi O'na ortak koşmasın.'

Müşrik (Allah'a eş / ortak koşucu; Allah dışında ilahlar edinen - MKA) kafalar, şeytanın hipnozu altında bulunduklarından Kuran'daki apaçık ayetlere rağmen kendilerinin hâlâ tek Tanrıcı olduklarını sanırlar

 6/23: 'Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: 'Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik.' Bak: 18/32-42.Dip Not Açıklaması.
Edip Yüksel - MESAJ Kuran Çevirisi Dipnotlarından Alıntılanmıştır.



  **6/23: Şeytan'ın riyaya sapmayan Allah'ın samimi kulları/müminler üzerinde, hiç bir sultası / yaptırım gücü yoktur. Bak: 15/39-42. Ahirette, melekler ve putlaştırılan erdemli kişiler, kendilerine olan tapınmaya rıza göstermediklerini ilan ederek, kendilerine tapanları reddederler. Bak: 34/41; 19/82; 46/6.

 34/41: 'Melekler derler ki: 'Tespih ederiz seni! Bizim Velî'miz sendin, onlar değil. Doğrusu şu ki, onlar cinlere tapıyorlardı. Onların çoğu cinlere iman etmekteydi.'

 Riyaya sapmayan Allah'ın samimi kulları/müminler üzerinde, hiç bir sultası / yaptırım gücü olmayan Şeytanların, öğretisini izlemek, onlara tapmak demektir. Bir kişi, Allah'a taptığını söylese bile, O'nun sözlerine aykırı öğretileri izliyorsa şeytana tapıyordur. Şeytanın hipnozundan kurtulmanın biricik yolu, dini sadece Allah'a has kılmaktır (15/39-42).

 15/39-42: 'Dedi: 'Rabbim! Beni azdırmana yemin ederim ki, yeryüzünde onlar için mutlaka süslemeler yapacağım ve onların tümünü kesinlikle azdıracağım.' + 'İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna.' + Buyurdu: 'İşte bana varan dosdoğru yol budur.' + 'Benim kullarım aleyhine senin elinde hiçbir güç / kanıt olmayacak. Azgınların seni izleyenleri müstesna.' 

 Peygamberlerden, evliyadan veya meleklerden şefaat için medet (Aracılıkta, mutlak kurtuluşu sağlayan yardım için, Allah katında yaptırım gücü - MKA) uman veya onları Allah'ın dininin ikinci kaynağı olarak kabul eden müşrikler, ( şirke düşüp, onları Allah'a eş / ortak koşuyorlar ama- MKA) aslında o peygamberlere, evliyaya veya meleklere tapmıyorlar. Zira tapınma karşılıklı kabulü gerektirir.

 Allah'tan başkasına kulluğu şiddetle reddedenlere tapmak çelişkili bir tavırdır ve aslında Şeytanı memnun ederek ona tapınmaya dönüşür.

 Ahirette hesap günü, putlaştırılan erdemli kişiler kendilerine olan tapınmaya rıza göstermediklerini ilan ederek kendilerine tapanları reddederler (19/82; 46/6).

 19/82: 'Hayır, hayır! Onlar, onların ibadetlerini inkâr edecekler ve onların aleyhinde düşman kesilecekler.'

 *19/82 Bu ayet iki anlamlıdır. Bak: 6/23 ve 10/28

 6/23: 'Sonunda şunu söylemekten başka bahaneleri kalmaz: 'Rabbimiz Allah'a yemin olsun ki, biz, ortak koşanlar değildik' 

 10/28: 'Gün olur, onları bir araya toplarız; sonra şirke batmışlara sesleniriz: 'Siz ve ortak yaptıklarınız, yerlerinize!' Aralarını ayırmışızdır. Ortak tuttukları şöyle haykırırlar: 'Siz bize kulluk etmiyordunuz.' 

 46/6: 'İnsanlar, haşredilmek üzere toplandığında, o taptıkları onlara düşman olurlar; onların ibadetlerini de inkâr ederler.'

 *46/6: Ayrıca Matta 7/21-23'e de bakın. İsa, kendisini 'Rab' diye çağıranları cehennemi hak etmekle uyarmaktadır.

 İncil'deki bu ayet çeşitli İncil nüshalarında tahrif edilmesine rağmen nüshaların karşılaştırılması ile bu çarpıcı gerçeği çok net bir biçimde ortaya çıkarmaktadır. 'Hristiyan Din adamlarına 19 Soru' adlı kitabımızda bu konuyu genişçe tartıştık. Bak: 41/47-48.

 41/47-48: Kıyamet saatine ilişkin bilgi, Allah'a bırakılır. Onun ilmi dışında ne meyveler kabuğundan çıkar ne de bir dişi gebe kalır veya doğurur. 'Ortaklarım nerede?' diye seslendiği gün, şöyle diyeceklerdir: 'Bizden hiçbir tanık olmadığını sana arz ederiz.' + Daha önce yakarıp durdukları, onlardan uzaklaşıp kaybolmuştur. Kaçacak hiçbir yerleri olmadığını anlamışlardır.

Edip Yüksel - MESAJ Kuran Çevirisi Dipnotlarından Alıntılanmıştır.



Ayrıca 2/48. 'Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.' Ayeti dip notuna da bak.



*2/48: KURANA GÖRE ŞEFAAT KAVRAMI VE İNSANLARIN ŞEFAAT ALGISI / İNANCI.



 Kuran, peygamberleri ve evliya denilen kimseleri putlaştıran kimselerin ileri sürdüğü şefaat anlayışını tümüyle reddeder (2/48; 10/18; 19/87)).

 Yargı gününde tüm yetki Tanrı'nın elindedir. Kuran'ın kabul ettiği şefaat, Tanrı'nın hükmünü tasdik etmekten başka bir şeye yaramayan etkisiz bir faktördür (78/38).

 Peygamberler ve erdemli insanlar, cezayı hak eden hiç kimseyi kurtaramaz (9/80; 74/48).

 Muhammed peygamberin biricik şefaati, kendisinden medet umanların beklediklerinin tersine olumsuz olacaktır (25/30). Bak:2/48. 


*2/48: 'ŞEFAAT' MİTOLOJİSİ. 

 KURAN, PEYGAMBERLERİ VE EVLİYA DENİLEN KİMSELERİ PUTLAŞTIRAN KİMSELERİN İLERİ SÜRDÜĞÜ ŞEFAAT ANLAYIŞINI TÜMÜYLE REDDEDER. Bak:2/48; 10/18; 19/87.

 2/48: Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.'

 10/18: 'Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: 'Bunlar bizim Allah katındaki 
şefaatçılarımızdır.' De onlara: 'Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?' Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O.' 

 19/87: 'Rahman katında söz almış olandan başkaları şefaat imkânı bulamazlar.'


 YARGI GÜNÜNDE TÜM YETKİ TANRI'NIN ELİNDEDİR. KURAN'IN KABUL ETTİĞİ ŞEFAAT, TANRI'NIN HÜKMÜNÜ TASDİK ETMEKTEN BAŞKA BİR ŞEYE YARAMAYAN ETKİSİZ BİR FAKTÖRDÜR. Bak: 78/38.

 78/38: 'O gün, Rûh ve melekler saf bağlayıp kıyama geçerler. Rahman'ın izin verdiği dışındakiler konuşamazlar. O izin verilen, doğruyu söyler.' 


 PEYGAMBERLER VE ERDEMLİ İNSANLAR, CEZAYI HAK EDEN HİÇ KİMSEYİ KURTARAMAZ. Bak: 9/80; 74/48.

 9/80: 'İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir. Çünkü onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez.' 

 *9/80: Muhammed, kendi amcaları ve yakın akrabaları için bile şefaatte bulunamazken, (Çünkü Allah'ın izni olmadıkça peygamberler bile şefaat edemezler. MKA) hiç tanımadığı insanlara nasıl şefaat edebilir? İbrahim, babasına şefaat edemedi (60/4), Nuh ise, oğlunu kurtaramadı (11/46). 2/48 ayetine bakınız.

  İbrahim, babasına şefaat edemedi

 60/4: 'İbrahim'le, beraberinde olanlarda sizin için çok güzel bir örnek vardır. Hani, onlar toplumlarına şöyle demişlerdi: 'Biz sizden de Allah dışındaki kulluk ettiklerinizden de uzağız. Sizi tanımıyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz Allah'a, yalnız Allah'a inanıncaya kadar, sürekli düşmanlık ve nefret olacaktır.' Ancak İbrahim babasına şöyle demişti: 'Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır!'

 Nuh ise, oğlunu kurtaramadı. 

 11/46: 'Allah buyurdu: 'Ey Nûh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı, iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni uyarırım.'
74/48: 'Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.' 


MUHAMMED PEYGAMBERİN BİRİCİK ŞEFAATİ, KENDİSİNDEN MEDET UMANLARIN BEKLEDİKLERİNİN TERSİNE OLUMSUZ OLACAKTIR: Bak: 25/30.

 Şefaat mitolojisi dünyanın birçok dininde yaygın bir inançtır. Şeytan yani Sapkın, Muhammed'in tüm ümmeti için şefaat edeceği yalanını müslümanların inancına sokmuştur.

 Kuran bu sapkın inancı reddeder; Muhammed hiç kimseyi kurtaramaz. Muhammed'in şefaat ederek kendilerini Allah'tan kurtaracaklarına inananlar, Muhammed'in ahiretteki biricik şikâyetine muhatap olacak ve umdukları şefaat tam tersine gerçekleşecek (25/30).

 25/30: 'Resul de şöyle der: 'Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular.' 

 *25/30: Muhammed peygamberin vefatından kısa bir süre sonra, Kuran'ı yeterli görmeyenler, uydurdukları haramları, yalanları ve hikâyeleri Tanrı'ya ve elçisine 'Hadis ve Sünnet' adı altında yakıştırmaya başladılar.

 Muhammed peygamberin halkı bu öğretileri izleyerek ve mezhepler halinde kurumlaştırarak Kuran'ı terk etmiş bulunmaktadır.

 Doğru ile yanlışın karıştırıldığı bu öğretileri izleyenler, Muhammed peygamberin şefaatinin kendilerini kurtarmasını beklerken, 78/38 (= O gün, Rûh ve melekler saf bağlayıp kıyama geçerler. Rahman'ın izin verdiği dışındakiler konuşamazlar. O izin verilen, doğruyu söyler.) ve 19/87 (='Rahman katında söz almış olandan başkaları şefaat imkânı bulamazlar.') ayetlerinin tecellisi olan 25/30 (=Resul de şöyle der: 'Ey Rabbim, benim toplumum, bu Kur'an'ı terk edilmiş/dışlanmış halde tuttular.') ayetindeki şikâyet ile karşılaşacaklardır.


KURAN'A GÖRE ŞEFAAT, GERÇEĞE TANIKLIK ETMEKTEN İBARETTİR. Bak: 20/109; 43/86; 78/38.

 20/109: 'O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna...'
 *20/109: Bu ayeti ile Kuran, sadece Tanrı'nın kararına uygun olarak konuşanlara söz verileceğini bildirerek, müşriklerin elçilere ve erdemli kişilere yüklediği 'kurtarıcı' fonksiyonu reddeder. (2/48; 19/87.)

 43/86: 'O'nun berisinden yakardıkları, şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar, ilimden nasiplenmekteler.' 

 78/38: 'O gün, Rûh ve melekler saf bağlayıp kıyama geçerler. Rahman'ın izin verdiği dışındakiler konuşamazlar. O izin verilen, doğruyu söyler.'

 Her gün namazlarında okudukları Açılış (Fatiha) suresiyle sadece Allah'tan yardım isteyeceğine söz veren sözde müslümanların, namazdan hemen sonra, kendilerini işitmeyen, kendisine bile yarar ve zarar vermekten aciz olan Muhammed'den ( 39/30: 'Hiç kuşkusuz sen de öleceksin, onlar da ölecekler.' ve 16/20-21: 'Allah dışında yakardıklarınız hiçbir şey yaratamazlar; onların kendileri yaratılmaktadır. + Hayat bulmaz ölülerdir onlar. Ne zaman dirilteceklerini bile bilmezler.) yardım dilemeleri ne büyük bir çelişkidir! 


AÇILIŞ ( FATİHA) SURESİNDE GEÇEN 'MALİKİ YEVMİD-DİN'; YANİ 'YARGI GÜNÜNÜN SAHİBİ' İFADESİ, KONUYU TEK BAŞINA AÇIKLAMAYA YETER. Bak: 82/17-19.

 82/ 17-19: 'Din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? + Evet, din gününün ne olduğunu sana bildiren nedir? +Bir gündür ki o, bir benlik bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez. O gün, buyruk yalnız Allah'ındır!'

 Ayrıca 2/123, 254; 3/80; 5/109; 6/51; 6/70, 82, 94; 7/53; 9/80; 10/3,18; 13/14-16; 19/87; 33/64-68; 34/23, 41; 39/3, 44; 43:86; 53/19-23; 74/48; 83/11 ayetlerine bakınız.

Edip Yüksel - MESAJ Kuran Çevirisi Dipnotlarından Alıntılanmıştır

                                                                           

ŞEFAAT NEDİR, KİM KİME ŞEFAAT EDİYOR?



A. 
 GENEL:

 Şefaat, Müslüman halk tarafından Kuran ayetlerinde bildirilenden oldukça farklı algılanıp anlaşılan bir kavramdır.
 Maalesef, Diyanet işleri Başkanlığının sitesindeki 'Dini Kavramlar Sözlüğü'nün şefaat maddesindeki açıklamaların da, Kurandaki şefaat ile ilgili tüm ayetler dikkate alındığında, şefaatin aslını algılayıp anlamada eksik kaldığını ve yeterli aydınlığı sağlayamadığını düşünüyorum.
 Önce Diyanetin Sitesinden yaptığım alıntıyı aynen yazacağım ki bu aynı zamanda Müslüman halkın çoğunluğunun şefaat algılama ve anlayışıdır; Sonra da şefaatten ne anladığımı, şefaat hakkında bildiklerimi, sadece Kuran ayetlerinde anlatılanları, anladığımca özetleyerek aktaracağım.
 Benim din âlimi olmadığımı dikkate alarak konuyu değerlendirin. Ayet mealleri Yaşar Nuri Öztürk'ün Türkçe çevirisinden alınmıştır. Arapça bilmiyorsanız istediğiniz meallerden de karşılaştırma yapar ve ilgili ayetlerin ifadelerini bir arada topluca düşünürseniz, Kuran'daki şefaat ile ilgili algılama ve anlayışımı paylaşacağınızı umarım.



B.  DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞININ SİTESİNDEKİ 'DİNİ KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ'NÜN ŞEFAAT MADDESİ:


1. 
ŞEFAATİN SÖZLÜK VE DİN LİTERATÜRÜNDE TANIMI.
 'Sözlükte 'bir başkasını desteklemek üzere ona katılmak, yardımcı olmak ve aracılık yapmak' gibi manalara gelen şefaat, ıstılahta, ahirette günahkâr müminlerin affedilmesi, günahı olmayanların daha yüksek derecelere erişmeleri için peygamberlerin , Allah'a yalvarmaları, dua etmeleri ve günahlarının bağışlanmasını istemeleri demektir. 


2. 
ŞEFAAT KAVRAMI.


a)
 Allah'ın izni olmadan bir kimsenin şefaat etmesi veya Allah'ın razı olmadığı birine şefaatte bulunması mümkün değildir.
'Hiçbir şefaatçi yoktur ki, O'nun izni olmadan şefaat edebilsin.' (10/Yûnus/3), 

'Bunlar Allah'ın rızasına ermiş olandan başkasına şefaat edemezler.' (21 / Enbiya / 28). 


b)
 Kâfir ve münafıklar için şefaat söz konusu değildir.
'Onlara (kâfirlere) şefaatçilerin şefaati fayda vermez.' (74/Müddessir/48; 6 / En'âm / 51) 


3.
 HZ. PEYGAMBER BİR HADİSLERİNDE ÜMMETİNİN GÜNAHKÂRLARINA ŞEFAAT EDECEĞİNİ HABER VERMİŞTİR,

(Tirmizî, Kıyamet 11; İbni Mace, Zühd, 37).
 Hz. Peygamberin bir de genel ve kapsamlı bir şefaati olacaktır. Mahşerde bütün insanlar heyecan ve ızdırap içinde bulundukları bir sırada bunların hesaplarının bir an önce görülmesi için Hz. Peygamber şefaat dileyecektir. Buna 'şefaat-i uzma' (büyük şefaat) adı verilir. Hz. Peygamberin bu anlamdaki şefaat yetkisi Kur'ân'da 'Makam-ı Mahmud' (övülen makam) adıyla anılır. (F.K.)'

(Bu Hadis, Kur’an ayetlerine terstir / uymaz. MKA)



C.  DİYANETİN BU AÇIKLAMASINDA EKSİK VE YETERSİZ BULDUĞUM ÇOK ÖNEMLİ İKİ HUSUS:

 Şefaatin ahirete ve sadece peygamberlere münhasır (dönük, ait, yönelik) kılınmasıdır. Bunlar ve açıklama kapsamına alınmamış şefaatle ilgili diğer hususlar aşağıda açıklanmıştır. 



D.  KURAN AYETLERİ IŞIĞINDA ŞEFAAT VE ŞEFAATLE İLGİLİ TANIMLAR:

 Öncelikle Kurandan algıladığım ve anladığım gibi, şefaat ve şefaatle ilgili birkaç tanım ve bunlara dayanarak bir tasnifleme yaparak bildiklerimi paylaşacağım.


1. ŞEFAAT (ARACILIK): 


 ŞEFAAT (ARACILIK), Allah'la kulları arasına, kulların lehine bir başka kulun (Allah'ın izni ve dilemesiyle) girmesi / devreye dâhil olması / başkaları için 'Allah'ın Bağışlaması' nı (af) ve 'Allah'ın yardımını' (kılavuzlamasını) sağlamaya çalışması ve buna vesile, sebep olması demektir.

 Şefaat (aracılık) kavramı, şefaatçiler (aracılar) ve şefaatçilerin şefaati ( aracıların aracılığı) kavramlarından oluşur.
 Bu tanım çerçevesindeki İslam din dilindeki şefaat (aracılık) ve bu kapsamdaki aracıların (şefaatçilerin), Hıristiyan dinindeki ruhbanlar ile ilgisi olmadığı gibi; yapılan aracıların aracılığı işlevinin de (şefaatçilerin şefaatinin da), ruhbanların yaptığı günah çıkarma işlemi ile alakası yoktur.
 'İslam'da ruhban sınıfı ve Allah ile kul arasında aracılar yoktur, aracılık da yoktur' kural ve söylemini doğru anlayıp algılamak ve şefaat kavramını da yanlış yorumlamamak için, İslam dininde peygamberler dâhil 'Allah yetkisi verilmiş kul' ve 'Allah yerine hüküm verip ve iş görme' nin olmadığını bilmek ve konuyu ilgili tüm ayetlerin ışığında inceleyip tefekkür etmek gerekir.


2. ŞEFAATÇİLER (ARACILAR): 


 ŞEFAATÇİLER (ARACILAR), başkaları için Allah'tan Bağışlamasını (af) dileyenler ve başkaları için Allah'ı yardıma çağıranlardır (dua edenlerdir).

 Allah'ın izni olmadan hiçbir şefaatçi devreye giremez.

 'O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir!' (2 / Bakara / 255)

 'O'nun izni olmadıkça hiçbir şefaatçi devreye giremez' (10/Yunus/3) 


 Şefaatçiler, Hak / gerçek şefaatçiler ve Bâtıl / sahte şefaatçiler olarak ikiye ayrılırlar. 


a)  Hak / gerçek şefaatçiler:


 HAK / GERÇEK ŞEFAATÇİLER, Allah'ın şefaat imkânı verdikleri ve Allah'ın izni ile şefaatleri yarar sağlayanlardır. Bunlar:


(1 ) 
Bazı melekler Hak / gerçek şefaatçidir:

 'Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdı ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: 'Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru! Ey Rabbimiz, onları kendilerine vaat etmiş olduğun Adn cennetlerine koy! Atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden barışa yönelenleri de. Azîz ve Hakîm olan, hiç kuşkusuz sensin, sen! Koru onları kötülüklerden! O gün kötülüklerden koruduğuna mutlaka rahmet etmişsindir sen. İşte budur o en büyük kurtuluş ve eriş.' (40/Mümin/7-9)

 'Gökler, üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyor. Melekler de Rablerinin hamdıyla tespih ediyorlar ve yeryüzündekiler için af diliyorlar. Gözünüzü açıp kendinize gelin! Allah'tır ancak hep affeden, hep merhamet eden.' (42/Şura/5)

 'Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.' (53/Necm/26)


(2) 
Rahman katından bir söz alan kimseler Hak / gerçek şefaatçidir:

 'Rahman katında söz almış olandan başkaları şefaat imkânı bulamazlar.' (19/Meryem/87)


(3) 
Hz. Muhammed Hak / gerçek şefaatçidir:

 'Allah'tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim konusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah'a güvenip dayan. Allah, tevekkül edenleri sever. ' (3/Ali İmran /159)

 'Bunların mallarından bir sadaka al ki, onunla kendilerini iyice temizleyip aklayasın. Onlar için dua et, çünkü senin duan onlar için bir sükûnettir. Allah Semî'dir, Alîm'dir.' (9/Tevbe/103)

 'Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup ortaya sürmemeleri, iyilik ve güzelliği belirlenmiş bir işte sana isyan etmemeleri hususunda seninle bey'atleşmek isterlerse, onlarla bey'atleş ve onlar için Allah'tan af dile! Kuşkusuz, Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.' (60/Mümtehine/12) 


(4) 
Allah'ın izin verdiği kimse Hak / gerçek şefaatçidir:

 'O'nun katında, bizzat kendisinin izin verdiği kimseden başkasının şefaati/kendisinin izin verdiği kimseden başkası için şefaat yarar sağlamaz. Sonunda, kalplerinden korku giderilince: 'Rabbimiz ne dedi?' derler. 'Hakkı söyledi, O'dur Aliyy, O'dur Kebîr.' (34/Sebe/23)


(5 )
Bilerek hakka / gerçeğe tanıklık / şahitlik eden kimse Hak / gerçek şefaatçidir:

 'O'nun berisinden yakardıkları, şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar, ilimden nasiplenmekteler.' (43/Zuhruf/86)

(6) 
Allah'a ve resulüne inananlar var ya, özü-sözü doğru kişiler onlardır / Rableri katında tanık olanlar / şehitlik mertebesine erenler de onlardır:


 'Allah'a ve resulüne inananlar var ya, özü sözü doğru kişiler onlardır. Rableri katında tanık olanlar/şehitlik mertebesine erenler de onlardır. Onların ödülleri ve ışıkları vardır. Küfre sapıp ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemin dostu olacaklardır.' (57/Hadid/19)


b)  Bâtıl / sahte şefaatçiler:


 BÂTIL / SAHTE ŞEFAATÇİLER, Allah'ın şefaat imkânı vermedikleri ve şefaatleri hiçbir yarar sağlamayanlardır.


 Bunlar, Allah'a eş / ortak koşulanlar (putlar / Allah yanında kendisinden medet umulan mevki, servet, otorite, güç, vs. soyut- somut her şey) dır. Müşrikler, bunlara şefaatçi deseler de bunlar şefaat edemezler. Ne başkalarına ne de kendilerine bir yarar sağlayamazlar.


(1) 
Allah'a eş / ortak koşulanlar / putlar şefaat edemezler, Bâtıl / sahte şefaatçilerdir:

 'Yemin olsun, sizi ilk yarattığımızdaki gibi yapayalnız / teker teker bize geldiniz. Size verip hayaline daldırdığımız şeyleri de sırtlarınızın arkasında bıraktınız. Sizinle ilgili hususlarda ortaklar olduklarını sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda görmüyorsunuz. Yemin olsun, koptu aranızdaki tüm bağlar ve uzaklaşıp kayboldu yanınızdan o bir şey sandıklarınız.' (6/Enam/94)

 'Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: 'Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçilerimizdir.' De onlara: 'Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?' Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O.' (10/Yunus/18)

 'Allah'a ortak tuttukları arasından, kendileri için şefaatçiler çıkmayacaktır. Kendi yandaşlarına nankörlük etmektedir onlar. ' (30/Rum/13)


(2) 
Hak şefaatçiler da Allah izin vermedikçe Bâtıl / sahte şefaatçilerdir, şefaatleri hiçbir işe yaramaz:

 'Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.' (53/Necm/26)


3. ŞEFAATÇİLERİN ŞEFAATİ / ARACILARIN ARACILIĞI:


 ŞEFAATÇİLERİN ŞEFAATİ, şefaatçilerin Allah'tan şefaatte bulunmaları, aracıların yaptığı aracılık eylemi demektir.


 Şefaatçilerin Şefaati / Aracıların Aracılığı:


a) 
 Taraflar Hayy / Diri İken, Ölümden Önce Dünyada Kabul Görür. 


b) 
 Ahirette / Din Günü / Hesap Günü Şefaat Kabul Edilmez.

 'Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiç bir benlikten şefaat kabul edilmez, hiç bir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım da edilmez.' (2/Bakara/48) 

 'Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların hiç bir yardım göremeyecekleri o günden korkun.' (2/Bakara/123)

 'Ey iman edenler! Alış-verişin, dostluğun, şefaatin olmadığı o gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan infak edip dağıtın. Küfre sapanlar zalimlerin ta kendileridir.' (2/Bakara/254)

 'Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.' (74/Müddesir/48)

 'Bir gündür ki o, bir benlik bir başka benlik için hiçbir şeye güç yetiremez. O gün, buyruk yalnız Allah'ındır!' (82/İnfitar/19)
 Şefaatçilerin Şefaati, Hak / gerçek şefaatçilerin şefaatleri ve Bâtıl / sahte şefaatçilerin şefaatleri olarak ikiye ayrılır


c) Hak / gerçek şefaatçilerin şefaatleri:

 HAK/GERÇEK ŞEFAATÇİLERİN ŞEFAATLERİ, Allah'ın izninden sonra ve Din/Hesap günü hariç olmak üzere, sadece inananlara/Allah'ın razı olacağı, affedeceği/bağışlayacağı kimselere (o kişilerin yaşarken hallerini düzetmelerine ve bu sebeple Allah'ın bağışlamasına / affına vesile olarak) yarar sağlar, şunlara şefaat edilir: 


(1) 
Allah'ın hoşnutluk verdiğine şefaat edilir:

 'O, onların önlerindekini de arkalarındakini de bilir. Onlar, O'nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat etmezler. Ve onlar O'nun korkusundan titrerler.' (21/Enbiya/28)


(2) 
Allah'ın rahmet ettiğine şefaat edilir:

 'Bir gündür ki o, dostun dosta yararı olmaz. Onlara yardım da edilmez.
Allah'ın rahmet ettiği kimse müstesna. Allah Azîz'dir, Rahîm'dir.' (44/Duhan/41-42)



(3) 
Allah'ın dilediği ve hoşnut olduğu kimseye şefaat edilir:

 'Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.' (53/Necm/26)

 Hak / gerçek şefaatçilerin şefaatleri, hiçbir zaman inanmayanlara / kâfirlere (bu kişiler yaşarken tövbe edip hallerini düzeltmedikleri sürece ve bu hal üzere öldükleri takdirde) yarar sağlamaz, şunlara şefaat yoktur:


(4) 
Allah'a ortak koşanlara şefaat yoktur:

 'Onun yalnız tevilini gözetirler. Onun tevili geldiği gün, daha önce onu unutanlar şöyle derler: 'İnan olsun, Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler. Acaba bizim için şefaatçiler var mı ki, bize şefaat etsinler yahut daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderilebilir miyiz?' Öz benliklerini hüsrana ittiler. İftiralarına alet ettikleri, onlardan uzaklaşıp kayboldu.' (7/Araf/53)

 'Akraba bile olsalar, cehennem halkı oldukları açıkça belli olduktan sonra müşrikler için af dilemek ne peygambere yakışır ne de iman edenlere.' (9/Tevbe/113)

 'Allah'a ortak tuttukları arasından, kendileri için şefaatçiler çıkmayacaktır. Kendi yandaşlarına nankörlük etmektedir onlar.' (30/Rum/13)

(5) 
Allah'ı ve resulü inkâr edenlere şefaat yoktur:

 'İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir. Çünkü onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez.' (9/Tevbe/80)


(6) 
Zalimlere şefaat yoktur:

 'Onları, yaklaşan felaket günü hakkında uyar! Yürekler gırtlaklara dayanmıştır; habire yutkunurlar. Zalimlerin ne bir dostu vardır ne de sözü dinlenir bir şefaatçıları.' (40/Mümin/18)


(7) 
Kâfirlere şefaat yoktur:

 'Onlar, Allah'ın yolundan geri çevirip yolun eğri büğrüsünü isterler. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir.' (7/Araf/45)


(8) 
Münafık (riyakâr / ikiyüzlü) olanlara, fasıklara şefaat yoktur:

 'Onlara, 'Hadi gelin, Allah resulü sizin için af dilesin!' dendiğinde kafalarını öteye çevirirler. Ve sen onların böbürlenmiş bir halde dönüp gittiklerini görürsün.
Sen onlar için ha af dilemişsin ha dilememişsin. Aleyhlerindeki sonuç aynı kalacaktır. Allah onları asla affetmeyecektir. Çünkü Allah, sapıklar topluluğunu doğruya ve güzele iletmez.' (63/Münafikun/5-6)



(9) 
Sürekli hainlik eden günahkârlara şefaat yoktur:

 'Öz benliklerine hainlik edenler için didinip durma. Çünkü Allah, sürekli hainlik eden günahkârı sevmez.' (4/Nisa/107) 


d)  Bâtıl / sahte şefaatçilerin şefaatleri:


 BÂTIL / SAHTE ŞEFAATÇİLERİN ŞEFAATLERİ, hiçbir zaman ve hiçbir kimse için kabul edilmez. Bunların ne başkalarına ne de kendilerine yardımı olmaz. 


 Putların  (Allah’a ortak koşulanların) şefaati yoktur / Putlar şefaat edemezler.

 'Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?' (32/secde/4)

 'O'nun berisinden yakardıkları, şefaate sahip olamaz!' (43/Zuhruf/86)


E.  ŞEFAATİN ASLI, HAKİKATİ:


 Şefaat odur ki: Hak / Gerçek Şefaatçilerin Şefaatlerini Kabul Etmekle Allah, Yüzünü Kendisine Çeviren İnanan Kullarını Bu Dünyada Yaşarlarken İyi İşler / Salih Ameller Yapmaya, Tövbeye, Duaya Kılavuzlar ve Affına Hazırlar. 


1. ŞEFAAT, ALLAH'IN BAĞIŞLAMASI (AF) SEBEPLERİNDEN / VESİLELERİNDEN BİRİDİR.


 Şefaatin aslı, hakikati odur ki: Hak / Gerçek Şefaatçilerin dilek ve duasını işiten ve her şeyi bilen, Hakîm Allah'tan başka ne bir yardım eden ne de yardım; ne şefaat ne de şefaatçiler vardır.


2. ŞEFAAT DOĞRUDAN ŞEFAATÇİDEN İSTENMEZ, HAK ŞEFAATÇİLERİN ŞEFAATLERİ DE ALLAH'TAN DİLENİR. ŞEFAAT TÜMDEN VE SADECE ALLAH'INDIR:


 'De ki: 'Şefaat, tümden ve sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü / yönetimi O'nundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz.' (39/Zümer/44)


3. ALLAH'TAN BAŞKASINDAN ŞEFAAT DİLEYENLERE ALLAH'TAN BAŞKA DOST VE ŞEFAATÇİ YOKTUR:


 'Rablerinin huzurunda haşredileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O'ndan başka ne bir dostu vardır ne de şefaatçisi.' (6/ Enam/51)

 ‘Dinlerini oyun ve eğlence haline getirmiş, dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak da o Kur'an ile şunu hatırlat: Bir kişi, kendi elinin üretip kazandığına teslim edilirse onun, Allah dışında ne bir dostu kalır ne de şefaatçisi(6/ Enam/70)

 'Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?' (32/Secde/4)

 'Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: 'Onlar hiçbir şeye sahip olmayan/hiçbir şeye gücü yetmeyen, aklını da işletmeyen varlıklar olsalar da mı?' (39/Zümer/43)


4. YALNIZ VE ANCAK ALLAH'A KULLUK EDİLİR VE YALNIZ ONDAN İSTENİR:


 'Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.' (1/Fatiha/5)

 'Yardım, Azîz ve Hakîm olan Allah katından başka hiçbir yerden gelmez' (3/Ali İmran/126)

 'Şunu da söyle: 'Rabbim bana adaleti emretti. Her mescitte yüzlerinizi O'na doğrultun. Dini yalnız O'na özgüleyerek O'na yakarın. Tıpkı sizi ilk yarattığı gibi O'na döneceksiniz.' (7/Araf/29)

 'Yardım yalnız ve yalnız Allah katındandır. Hiç şüphesiz Allah Azîz'dir, Hakîm'dir' (8/Enfal/10)

 'Emin ol, bu Kitap'ı biz sana hak olarak indirdik. O halde, dini yalnız Allah'a özgüleyerek O'na kulluk/ibadet et!' (39/Zümer/2)

 'De ki: 'Bana, dini yalnız Allah'a özgüleyerek, O'na ibadet/kulluk etmem emredildi.' (39/Zümer/11)

 'De ki: 'Ben, dinimi yalnız kendisine özgüleyerek, Allah'a ibadet ediyorum.' (39/Zümer/14)

 'Kâfirler hoşlanmasa da siz, dini yalnız O'na özgüleyerek, Allah'a dua edin!' (40/Mümin/14)

 'Hiç kuşkusuz, mescitler/secdeler Allah içindir. O halde, Allah ile birlikte bir başkasına yakarmayın/Allah'ın yanında bir başkası için çağrıda bulunmayın.' (72/Cin/18) 

 'Oysaki onlara, dini yalnız O'na özgüleyerek, dosdoğru yürüyen kişiler halinde sadece Allah'a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte budur doğru, eskimez ve aşınmaz din.' (98/Beyyine/5)


F.  SONUÇ:


1. DİN YALNIZ ALLAH'A ÖZGÜLENİR.


 Din yalnız Allah'a özgülenir. Yalnız ve ancak Allah'a ibadet / kulluk edilir. Yalnız ve ancak Allah'a yakarılır / dua edilir. Tövbe, bağışlanma / af, yardım sadece O'ndan istenir. Şefaat için de bu böyledir.

 'Rablerinin huzurunda haşredileceklerinden korkanları, o vahiy ile uyar ki korunabilsinler. Onların O'ndan başka ne bir dostu vardır ne de şefaatçisi.' (6/Enam/51)


2. HAK / GERÇEK ŞEFAATÇILARDAN ŞEFAATLERİ VE YARDIM TALEBİ DE ALLAH'TAN YAPILIR.


 Bu sebeple; Hak / gerçek şefaatçilerden şefaatleri ve yardım talebi de. 'Yardım,  Azîz ve Hakîm olan Allah katından başka hiçbir yerden gelmez' (3/Ali İmran/126) ayeti ışığında, bizzat onların 'zat'larından istemekle değil, onların da uyduğu Allah kelamına (Kuran'a ve Sünnetullah'a) uymak suretiyle yapılmalıdır.

 Ancak bu yol ve yöntemle, Hak / gerçek şefaatçilerin hayy / diri iken, inananlar için yaptığı duaların / şefaatin hissedarı olunabilinir.

 Bir melek veya peygamber bile olsa, Allah'ın dilemesini dışında bir yardım ve şefaat ummak, doğrudan medeti (kurtuluşu) onların zatlarından umarak istemek şirktir. Şirk (Allah'a eş / ortak) koşana şefaat yoktur. Tövbe etmedikçe Allah'ın bağışlaması / af da yoktur.

 'Şefaat ya resulullah' demek yerine, 'Allah'ım bana da Hz. Muhammed'in şefaatini / dualarından hissedar olabilmeyi nasip et' diyerek, Kuran'a uyan ve Kuran' ayetlerini doğru anlamamıza ışık tutan / örnek olan peygamberin yoluna uymak ve bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah'ın bağışlamasını /affını kazanmak için de aracısız olarak tövbe ve duaya sarılmak, takvaya (Allah'tan sakınıp, korunmaya) daha uygundur.

 'Günahlar işlendikten sonra tövbe ile iman edenlere gelince, o tövbe imandan sonra Allah çok affedici, çok merhametli olacaktır.'(7/Araf/153)

Gerçeği Allah Bilir.


Dünyadaki seçim ve tercihlerimiz ile tutum ve davranışlarımızla, Allah'ın hak şefaatçilerinin şefaatlerinden yararlandırdığı kullarından oluruz İnşallah.

M. Kemal Adal
adalkemal1@gmail.com



'İNDİRİLEN DİN' VE 'UYDURMA DİN'


Başlık, İslam düşünür ve aksiyoneri İbn Teymiye'nin 'münzel din ve müevvel-mübeddel din' deyim-lerinin bugünkü dile aktarılmış şeklidir. Kelimelere bağlı kalırsak, deyimin tam karşılığı şu olur: 'Allah tarafından vahyedilen din, insanların tevil ve uydurmalarıyla oluşmuş din.' Kısacası, gerçek din ve sahte din...

İbn Teymiye (ölm. 728/1328), tenkide açık yaklaşımları olmakla birlikte, İslam tarihinin en cesur tevhit erlerinden biridir. Onun bütün çekilmezliği, keskin bir kılıç gibi kullandığı üslubu ve acımasız eleştiri tarzıdır. Ve bu eleştiriden en fazla rahatsız olan da tasavvuf ve tarikatlardır. Ancak şunu unutamayız:

İbn Teymiye, bir tasavvuf düşmanı değildir, tasavvufun bir türüne düşmandır.

İbn Teymiye, tasavvuf adı altında, şeyhperestlik yapanlara karşıdır. Tasavvuf tarihinin 'önder' diye andığı Bağdatlı Cüneyd (ölm. 298/910) ve ekolünce temsil edilen mistik anlayışı takdir etmiştir. Ona göre, tasavvuf, Kur'an'a dayandığında Allah dostu, Kur'an'dan koparıldığında şeytan dostu yetiştiren bir kurumdur. Bu nazik kurumu, indirilen dinin kaynağı Kur'an'daki boyutlarıyla korumak, Kur'an dininin selameti bakımından hayatî bir önem taşır.

Kur'an, kendisinin tanıttığı dinin bir yaradılış dini olduğunu ısrarla belirtir.
Dinin kurucusu Allah'tır.

Peygamberler kurucu değil, tebliğ edici, tanıtıcıdır.

 Din gönderme, din adına emir ve yasaklar koyma, kısaca, dinde hüküm Allah'ındır.

Kur'an burada tam bir tekelden bahseder. Bu tekele şöyle veya böyle, şu veya bu gerekçeyle burnunu sokan, Allah'a ortak koşmuş yani şirke batmış olur.
Bu noktada şu ilkenin altı doğrudan ve dolaylı, defalarca çizilir:

'Saf, temiz ve erdirici din Allah'ın tekelindedir
.' (Zümer suresi, 3)

Buna bağlı olarak, haram kılma, günah ilan etme yetkisi de Allah'ın faaliyetlerinden biridir. Peygamberlerin bile bir şeyi din adına haram ilan etme yetkileri yoktur. (Tahrîm, 1; En'am, 119, 140; A'raf, 32; Mâide, 87)

Haram ilan etme yetkisini kullanmaya kalkmak Yaratıcı-din koyucu kuvveti ikileştirir.

Varlık ve oluşta esas olan mubahlık yani serbestliktir. Bu yaradılış kuralına istisna getirmek, yani bazı şeyleri haram ilan etmek, sadece Allah'ın elindedir.


VAHYÎLİK İLKESİ VE İÇTİHAT


Kur'an, vahyîlik (vahye dayanma) ilkesini dinin omurga noktalarından biri olarak tescil eder. Dinin içeriği ve çerçevesi vahiy tarafından belirlenecektir. İslam'da bu belirlemeyi, Kur'an yapar. Kur'an, Yaratıcı Kudret tarafından din adına insanlığa ulaştırılan mesajların toplamıdır.

Kaçınılmaz değişmenin ortaya çıkardığı yeni şartlara cevap vermek tanrısal kelamın niteliklerinden biridir. Bu nitelik, vahyin mesajını, reform ihtiyacının üstünde tutar.

Zamanüstülüğün insana dayalı faaliyetinin adına, Kur'an düşüncesinde içtihat denir. İçtihat, Kur'an'ın hayat damarlarından biridir.

Kur'an, içtihadı, bir hayatî faaliyet alanı olarak belirlemekle, mesajının yeni zamanlara uyumunu sağlamanın tıkanmaz yolunu ortaya koymuştur.

İslam gibi evrensel bir dinin, ilişkiye girdiği pek çok kültür tarafından yorumlanması ve bu kültür-lerin sahibi kitlelere mal edilmesi kaçınılmazdı. Ancak bu mal etme sırasında bir yığın hurafe, put-perest kalıntı İslam bünyesine girmiştir. Böylece yorumlanan (müevvel) din, zamanla, değiştirilen (mübeddel) din haline gelmiştir.

Dini değil de bu yorumları zamanüstü ilan eden bir anlayış, kutsallaştırılmış bir örfler yığınını Al-lah'a fatura etmektedir.

İndirilen dine bağlı iman adamının her devirde bir numaralı işi, indirilen dinin kaynağı olan Kur'an denetiminde, uydurulan din kalıntılarını temizlemek olmalıdır.

Bu yapılmazsa uydurulmuş din, indirilmiş dini örter ve kitle, Allah'ın dini adı altında, asırların eskimiş kabullerine teslim olmak gibi bir talihsizliğe itilir.

Ne acı kaderdir ki uydurma dini sömürmede din yobazı ile dinsizlik yobazı, esrarlı bir paralellik içindedir. İndirilen din, ikisine de yaramaz. İkisinin de referansları uydurulmuş dine çıkar. Biri 'Din budur' diye saldırırken, ötekisi de hesaplarına, hasetlerine, kinlerine çarpanları cehennemlik ilan etmek için uydurulmuş dine sarılacaktır. Kısacası, sermaye aynı, sermayenin kullanımı farklıdır.

17 Şubat 2013, Yaşar Nuri Öztürk

http://www.yurtgazetesi.com.tr/indirilen-din-ve-%E2%80%98uydurma-din-makale,3463.html



TARİKATLAR


Kuran'ın dinini ve uydurulan dini ayırt etmeye çalışırken tarikatlara mutlaka değinmeliyiz. Yüzlerce tarikat olmasına ve her tarikatın Kuran'ın İslam'ından sapışı farklı noktalarda olmasına rağmen biz yerimiz yetmeyeceği için şeyhlerin aşırı yüceltilmesi, tartışılmaz kabul edilmesi gibi ortak ve temel olan noktalara değineceğiz.


A.  TEKKELERİN KERHANE VE MEYHANE OLMASI


Peygamberimiz'in tek mürşit olduğu, tartışılmaz tek kişi olarak yaşadığı dönemde İslam'ın tek kurumu cami idi.

İbadetler, eğitim ve hizmet tüm yeryüzüne yayılan bir faaliyetti, kurum olarak ise bu faaliyetler camide gerçekleştirilirdi.

Peygamber'in sağlığında, hatta 4 halife döneminde cami dışında tekke, dergâh, zaviye gibi başka kurumların oluşturulmadığı bu tekkelerin, dergâhların üyelerinin bile ortak kabulüdür.

İlk tekkenin hicri 150, miladi 760 yılları civarında Şam yakınlarında kurulduğu genel kabullerden biridir. Fakat tekkelerin yayılması yüzlerce yıl sonraya rast gelecektir. Tekkelerin ilimler akademisi, askeri hizmet, hatta hastaların tedavisi gibi birçok güzel hizmette kullanıldığı da bir gerçektir.

Fakat Kuşadalı İbrahim'in deyimiyle gün gelip de kimi tekkelerin kerhaneye ve meyhaneye dönüştüğü, Kuran'ın emir ve yasaklarıyla alakası olmayan binlerce törenin, gösterinin din adına bu tekkelerde uygulandığı da ayrı bir gerçektir.

Tüm bunları gören Kuşadalı, yanan tekkesinin yerine yenisini yaptırmamış ve kendisinden evvel asırlarca yaşayan tekkelerin kapanması gerektiğini ve tüm yeryüzünün adeta bir tekke gibi kullanılıp, Peygamber'imiz zamanındaki gibi cami dışında dini kurumun bırakılmamasını, Kuran dışındaki virdlerin, tarikatların özel dualarının yerini Kuran'a, Kuran'da geçen dualara bırakmasını savunmuştur.

Tekkelerin ortaya çıkışı hicri 150. yıl olsa da, bugünkü manasıyla bildiğimiz tarikatların kurumsal yapılar olarak ortaya çıkışı hicri 600'ler civarındadır.

Kurumsal karaktere sahip olduğu kabul edilen ilk tarikat Kadiriliktir, kurucusu Abdülkadir Geylani vefatı hicri 562'dir
.
Diğer birkaç örnek şöyledir:

Rifailik; Ahmed er Rifai, vefatı hicri 578.

Bektaşiye; Hacı Bektaş Veli, vefatı hicri 669.

Mevleviyye; Mevlana Celaleddin Rumi, vefatı hicri 672.

Halvetiyye; Ekmelüddin el Haveti, vefatı hicri 750.

Nakşibendiyye; Bahauddin Nakşibend, vefatı hicri 791.



B.  ŞEYTAN ACABA KİMİN MÜRŞİDİ?


'Tarik' Arapça 'yol' demektir. Bundan türetilen 'tarikat' ise 'yol, yöntem, usul, tarz' manalarına gelir.

Tarikatlar Allah'a gitmek için bir yoldur, bir mecburiyet değildir şeklinde yumuşak izahlarla tarikat bağlılığını açıklayan tarikatçılar vardır
.

Fakat birçok tarikatçı 'Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.' uydurma hadisiyle tarikata girmeyi, tarikatın şeyhini mürşit kabul etmeyi dini bir vecibe, kurtuluşun bir şartı gibi sunmaktadır.

Şimdi sormak lazım yüzlerce yıl tarikatların yokluğunda Müslümanlar eksik Müslümanlar olarak mı yaşadılar?

Tarikat şeyhlerinin yaygın olmadığı bu dönemde Müslümanların mürşidi şeytan mıydı?

Kuran'ın izahları bu yıllara kadar Müslümanların manevi gelişimine rehberlik etmekte yetersiz mi kaldı ki tarikatlara ihtiyaç doğdu?

Kuran'a göre Kuran din adına her şeyi açıklamaktadır.

Peygamber'imiz ise Kuran'ın uymamız konusunda kefil olduğu tek insandır.

Oysa tarikatların ürettiği birçok şeyh tartışılmaz kişi ilan edilmiş, bu şeyhlerin etrafındakiler kurtulanlar, diğer kimseler cehennemlik olanlar olarak sınıflandırılmış, bu şahıslara uymak dinin en önemli şartı gibi kabul ettirilmeye çalışılmıştır.


Bu tarikatların birçok liderinin Mehdi veya İsa ilan edilmesi sadece geçmişteki tarikatların değil, günümüzdeki birçok tarikatın da bir gerçeğidir. (Mehdi ve İsa'nın gelişi ile ilgili inançlar için 20. Bölümü okuyunuz.)

Her şehirde, kasabada veya mahallede bahsettiğimiz tiplere rastlayabiliriz.

Bunların çoğu paranoyak hezeyanları olan, insanların hem ruh dünyasını, hem de kesesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla Kuran'ın bize anlattığı sahtekar Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dinimizdeki karşılığı bu şeyhlerdir.


Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler.
9- Tevbe Suresi 34


C.  ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT


Tarikatların en önemli kurallarından biri müridin kendisini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi bırakmasıdır.

Kuran'ın aklımızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esastır.


Tarikat üyelerine akıllarını bir kenara bırakıp şeyhlerine tabi olmaları, aklın bu yolda yürümeyeceği anlatılır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dünyadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır.

Üstelik kişi aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra üniversite bitiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden bizi tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı şaşırtmamalıdır. Çünkü bu kişiler tarikatların yapısı gereği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır.

Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kalmamasıdır.

Araştırma yerine yutturma, düşünme yerine taklit esas olunca, tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değerlendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır.

Hatta birçok zaman 'aklı bırakma prensibi' kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bilgili ve kültürlü bir kişi bile ' Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim diyorsa vardır bir hikmeti.' izahlarıyla şeyhin en saçma izahlarını bile yutmaktadır.

Yakın zamanlardan trajikomik birkaç izaha yüzlerce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz.

Birinci şeyhin Amerika'ya kızıp nasıl uzay mekiğini düşürdüğünü şeyhin müritleri büyük bir gururla anlatıyorlardı.

İkinci şeyhin ise Kıbrıs'ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürültüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul etmişlerdi.

Üçüncü şeyh ise nefislerinizi terbiye edeceğim diyerek müritlerine cinsel organını öptürüyor, cinsel organı öpecek mürit tören havasında 'Muz yemeye' parolasıyla şeyhin cinsel organını öpmeye götürülüyordu.

Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlere; okumuş, kültürlü müritlerin bile bu saçmalıklara inanmasını anlamak çok zor gelmektedir. Fakat eğer tarikata girenlerin baştan akıllarını kenara bırakıp, çoğu zaman yarı veya tam kaçık şeyhlere tabi oldukları ve düşünme yerine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa bu hareketleri de anlaşılabilir.

Tarikatlara girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatta müride uymasının zorunlu olduğu yedi madde diye eline verilen listeyi görelim:

1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşidinden üstün bilmemek.


2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.


3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.


4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.


5-) Malı ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.


6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.


7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.


D.  SAĞILACAK MÜRİTLER

Biz tarikat mantığı içinde tüm bu maddeleri anladık da bir tek ikinci maddeyi anlayamıyoruz. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, neden acaba zeka ve idrak kabiliyeti istiyorlar. Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mülkün daha çok elde edilmesi için kullanılacak zekâ kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mürit ne kadar kazanırsa, o kadar sömürülebilir!

Muhammed İkbal bu manzaraya 'şeyhperestlik' manasına gelen 'pirizm' adını takmıştır.

Bununla 'Allah ne istiyor? Kuran'da ne geçiyor?' mantığı yerine 'Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim tarikatımızda nasıl açıklandı?' yı geçiren zihniyeti anlatmaktadır.

İkbal'in diğer bir izahı ise şöyledir: 'Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkânı kalmamıştır. Bu rutubetli alev, kıvılcım saçmaz.'

Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl karşı olduğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir.

Kuran'da, bilmediğimiz bir şeyin ardınca gitmememiz, bundan sorumlu olduğumuz geçer (17-İsra Suresi-36).

Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyhlerine tabi olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır.

İnsanlar bilginin değil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Mantık aklı bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin ortaya çıkışı hiç de sürpriz değildir.


E.  TARİKATLARDA MASALLAR

Şeyhe kayıtsız şartsız itaat tarikatın en önemli şartı olduğundan, bunun sağlanması için müritlere hikâyeler anlatılır.

Örneğin: 'Bir şeyh bir müridine 'Git babanın kafasını kopar bana getir' der. Mürit de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı 'Bir hikmeti vardır' diyerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş babasının değil. Annesiyle zina yapan başka birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti sonucu bu olayı görüyor ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor.'

Bu örnek hikâyeyle görüldüğü gibi şeyh müride haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak bir hikmeti olacağı telkin edilir.

Oysa bir Müslüman'ın böyle bir şey iddia eden kişiye 'Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı haram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?' demesi gerekir.

Oysa tarikatlarda şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar, normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayılır.

Hikâyelerle müridi şeyhin robotu yapma tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikâyeyi daha örnek verelim:

'Bir gün Hacı Bektaş Veli'nin çok müridi olmasından rahatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bektaş'a gelip bu rahatsızlıklarını, müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bektaş da 'Rahatsız olmayın benim sadece bir buçuk müridim var.' demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bektaş kanını dışarı akıtmış. Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm müritlerini kesmesi gerektiğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir buçukmuş.'

Bu kıssa anlatılıp müritlerden bu gerçek müritler gibi olup şeyhi öldürecek olsa bile kendilerini teslim etmeleri gerektiği öğretilir.

Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile vardır bir hikmeti deyip boyun eğen kişiler olarak yetiştirilen müritler, artık şeyhleri nasıl Müslüman olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmekte, Allah'ın kitabı yerine şeyhlerine tabi olmaktadırlar.

Bu halleriyle şeyhler halkın parasını haksızlıkla yediği söylenen hahamlara ve rahiplere Rab edinilme hususunda da benzerlik göstermektedirler.


 Allah'ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.
9- Tevbe Suresi 31



Şeyhe tabiyet Kuran'a tabiyet ile nasıl bağdaşır?

Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran'ı ancak ölülerin arkasından hem de bilmedikleri bir dilde okuyanlar, Kuran'ın manası yerine melodisine önem verenler ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran'ı rehber kitap olarak değil ölülerin arkasından okunan okuma kitabı olarak görmektedirler.


F.  RABITANIN ABUKLUĞU


Tarikatlardaki en garip olaylardan biri de şeyhe rabıtadır.

Türkiye'mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendîliğin de en önemli uygulamalarından biri olan rabıta şöyle yapılır:

Mürit abdestli olarak, kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalinde canlandırarak Allah'ı zikreder. Rabıtayla şeyh ile mürit arasındaki sürekli beraberlik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan modern (!) Nakşibendiler de mevcuttur.

Bu uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: 'Rabıtasız zikir yerine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve rabıtadan birini terk etmek zorunda kalırsak zikri terk etmek daha uygundur. Çünkü zikirsiz rabıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.'

Günümüzde yaygın olarak yapılan bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden biridir. Bize göre en kibar ifadeyle saçmalık olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran'ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran'daki kullanılışlarına baktığımızda, aradaki uçuk farkı, alakasızlığı fark ederiz.

Örneğin

 'şeyh' kelimesi Kuran'da 'ihtiyar adam' manasında kullanılmıştır (Bakınız 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23,40-Mümin Suresi 67).

Kuran-ı Kerim'de 'veli' kelimesi ise 'dost, yakın' gibi manalarda kullanılır. 'Evliya' kelimesiyse bu kelimenin çoğuludur.

 Kuran'a göre her Müslüman Allah'ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız 2-Bakara Suresi 257,3-Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196,9-Tevbe Suresi 71).

 Kâfirler ise şeytanın velisidir, tüm kâfirler de birbirinin velisidirler (Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16).

 Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah'tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakınız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-fiu-ra Suresi 9).

Görüldüğü gibi Kuran'da 80'den fazla yerde geçen 'veli' veya 'evliya' kelimeleri hiçbir yerde günümüzde halka takdim edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır.

Bu evliyaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında 'keramet' kelimesinin kullanıldığına da Kuran'da rastlamıyoruz. Bu kelimeyle aynı 'KRM' kökünden birçok fiil Kuran'da geçer ve bu kelimelerle Allah'ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama süper adamların süper olağanüstülükleri anlatılmaz (Bakınız 27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70, 36-Yasin Suresi 11).

Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin dinin bir parçası olduğu iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Yeter ki bu uygulamalar ibadet olarak takdim edilmesin.

Fakat ne yazıktır ki birçok tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dinin bir uygulaması gibi tanıtıldığına tanık olmaktayız. Bizim de karşı olduğumuz budur.

Yoksa Müslümanlar elbette ki vakıflar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabilir, bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabilirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik dinlenmesi, sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir.

Fakat anormal olan insanları tartışılmaz ilan etmeleri; ister iyi, ister kötü olsun tarikatların kendilerini ve Kuran'da yer almayan uygulamalarını dinin bir parçası gibi göstermeleridir.

Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıtmaları olmuştur.

Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andıran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; insanları karanlık odalarda uzun süre aç, susuz bırakıp, onlara acı çektirip, birçok kişinin ruh dengesini bozmuşlardır.

Ruh dengesi bozulan bu insanların gördüğü halusinasyonlar ise, bu kimselerin üstünlüğüne, evliya olduklarına yorumlanmıştır.

Oysa Kuran'da hiçbir Peygamber'in, hiçbir kimsenin, kendisine böyle suni çileler çektirip, kendi kendine işkence etmesi geçmez.

Kuran'a göre Allah gerekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna katlanır.

Fakat bu zorlukları Allah hayatın doğal akışında insanın karşısına çıkarır; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insanın kendisine işkence etmesine dinimizin tek kaynağı olan Kuran'da rastlamayız.


G.  EFENDİLERİN KUYRUĞUNA TAKILMA

 Ve derler ki: 'Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat ettik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.'
33- Ahzab Suresi 67

Geleneksel İslam'ın uygulayıcısı, atalarından miras kalan mezhebine hiçbir akılsal kritere (kıstas /ölçüt) dayanmadan uyar.

Mezhebin bu tabileri, mezhep büyüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı olduklarına dair hikâyeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya çalışırlar.

Bu şahıslara göre büyükleri (mezhep imamları) her şeyi düşünmüştür. Onlara uymak yeterlidir, onların karar verdiği bir konuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir.

Geleneksel İslamcıların dini direkt öğrendiği bir kaynaksa tarikattaki şeyhleridir.

Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu zaman 'efendi', 'efendi hazretleri', 'hocaefendi' gibi lakaplar takılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu efendiler yaşayan dini kaynaklardır.

Bu büyüklere ve efendilere uymaktaki temel mantık aynıdır: Düşünmeden tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek.

Oysa Kuran'ın alıntıladığımız ayetinde (33/67) görüldüğü üzere, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi büyüklerine, efendilerine körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırmanın yerine taklidi ön plana çıkartan; atalara uyarak yol bulmanın, çoğunluğun tercihine bakarak yol bulmanın ve efendilere, büyüklere teslim olarak yol bulmanın hiçbirini Kuran kabul etmemektedir.

Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tarikatı belirtmez. Kuran'a göre doğruya ulaşma aklı dışlamayla değil; aklı kullanma, düşünme faaliyetiyle gerçekleşir.

 Kuran'ı okuyup düşünmüyorlar mı?
4- Nisa Suresi 82


 Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.
38- Sad Suresi 29


 ... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.
3- Ali İmran Suresi 118


H.  ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER


Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler, bez bağlamalar, eğilmeler, secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin bir kısmının ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadına, kardeşine bırakıp, bu manevi ve maddi sömürü çarkının aile tekelinde tutulması da sayısız garipliklerin bir halkasıdır.

Oysa dinimize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil.

Müritlere bile layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir.

Şeyhlerin kerameti diye öyle hikâyeler anlatılır ki; Kuran'da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu kerametler kadar olmadığı görülür.

'Şeyh uçmaz, mürit uçurur.' deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatın müritlerinin birbirlerine karşı hava atma mekanizmalarıdır. En çok ve en büyük kerameti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler.

Hayvanları, insanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusların üstünde yürüyenler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler... Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yöntemleriyle çarpar, üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşlarıyla âlemlere nurlar yağdırırlar!

Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz, şeyhin lafını tartışma, aklını kullanma! Müridin en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.

Müslümanlığa geçişinin en başında bu tarikatlara kapılan Türk halkı, ne yazık ki hala araştırma, akletme yerine taklidi, tabi olmayı getiren bu tarikatların düşünceye vurduğu zincirlerden kurtulamamaktadır.

Körü körüne itaat, hayatın zevklerinden kendini soyutlama, az gülme, bireysel zekâyı az geliştirme gibi özellikler tarikatların verdiği zihniyetin sonuçlarıdır.

Hatta tahminimizce bir araştırma yapılsa; bugün halkımızın, belli liderleri tartışmasız önder kabul etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak tarihimizde uzun ve derin etkisi olan tarikatlara, şeyhlere körü körüne uymayı buluruz.

'Karı gibi gülmek' gibi hayattan gülerek zevk almayı, neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeplerinde de Osmanlı döneminde yıllarca devam etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz.

Kanaatimizce tarikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, günümüzde tarikatla alakası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler bırakmıştır.

Çilede medet ummayı ve bir insanı aşırı yüceltip, araştırmadan o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar, Kuran'ın istediği aklını çalıştıran insan modelinin önünde en önemli engellerdir.

Kuran'a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dinini Kuran'ın önünden süpürmek, nasıl Kuran'ın dininin ortaya çıkmasının bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran'ın dininin ortaya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine dahil edilmelidirler.

Böylece dinimizin bağlıları Peygamberimiz'in ve daha sonra 4 halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke, zaviye gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allah'la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dışında hiçbir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; salt Allah'a kul olan kullar olacaklardır.

Haberin olsun, halis din yalnızca Allah' ındır.

 O'ndan başkalarını evliyalar edinerek 'Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah'a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz.' diyenlere gelince, Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmünü verecektir. Şu bir gerçek ki Allah yalancı, inkârcı kişiyi doğru yola iletmez.
39- Zümer Suresi 3

 Rabbinizden size indirilene uyun. O'ndan başka evliyaların ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.
7- Araf Suresi 3

Uydurulan Din, Kuran'daki Din E – Kitap



NETİCE:

 Allah, kuluna Kâfi değil mi, yetmiyor mu? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi saptırırsa artık ona kılavuzluk edecek yoktur. 39/36.

 Allah'ın kılavuzluk ettiğini ise saptıran olamaz. Allah Aziz (KUDRET SAHİBİ)  ve intikam alıcı  (KÖTÜLÜKLERİN HESABINI GÖREN) değil mi? 39/37

 Onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, yemin olsun "Allah!" diyecekler. De onlara: "Peki Allah dışındaki yakardıklarınız hakkında ne diyorsunuz? Allah bana bir zarar vermek istese, O'nun vereceği zararı uzaklaştırabilirler mi? Yahut bana bir rahmet dilese, O'nun rahmetini tutabilirler mi?" De ki: "Bana Allah yeter! Tevekkül edenler O'na dayanıp güvenirler." 39/38

M. Kemal Adal
1. Şubat. 2016 / İZMİR




Ayrıca Bakınız ALLAH’A İBADET / KULLUK


2/21*: KAVRAM OLARAK, İBADET, ALLAH'A KULLUK:
2/21**: BORÇ, ALLAH'A KULLUK BORCU
2/21***: RAHMET, ALLAH'A KULLUK / İBADETTE:
İBADET KAVRAMINI DOĞRU ÖĞRENELİM!

İBADETLERİ ŞİRKE DÖNÜŞTÜREN BELA: RİYA
Bu yazı RESUL KUR'AN'IN KUR'AN TEFSİRİ 2 BAKARA SURESİ E KİTAP (MKA); 21. AYET DİP NOTLARINDAN ALINTI YAPILARAK HAZIRLANMIŞTIR. – M. Kemal Adal
TIKLAYINIZ:
http://kemaladal.blogspot.com.tr/2016/02/allaha-ibadet-kulluk.html


Ayrıca Bakınız  İBADET VE ALLAH’A KULLUK, YARARI ve HİKMETİ



A. İBADET VE ALLAH'A KULLUK NEDİR, KİME HİZMET EDİYORUZ?

1. GENEL

“Ben, cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri/benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım.” (51/Zariyat/56)

“Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz zafer ve mutluluğa ermek değildir.Zafer ve mutluluğa ermek o kişinin hakkıdır ki, Allah'a, Ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır; akrabaya, yetimlere, çaresizlere, yolda kalmışa, yoksullara, özgürlüğüne kavuşmak gayretinde olanlara malı seve seve verir, namazı kılar, zekatı öder. Böyleleri söz verdiklerinde ahitlerine vefalıdırlar; bolluk ve bereket zamanı kadar, zorluk, sıkıntı ve şiddet zamanında da sabırlıdırlar. İşte bunlardır özüyle sözü bir olanlar. Ve işte bunlardır korunan takva sahipleri.” (2/Bakara/177)

İbadet, bazılarının sandığının aksine, İslam’ın 5 şartı olarak bilinen; Kelimeyi şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmekten ibaret değildir.

Aslında İslam’ın şartı (rüknü /o olmazsa, olmaz parçası) sadece yukarıda sayılan bu 5 şart ile sınırlandırılmış değildir. Bu ifade, Kuran’da yazılı bir ayetin veya Kuran’ın bütününden çıkartılan bir sonucun ifadesi de değildir.

Hz. Muhammed’in bir hadisine dayandırılan bir ifadedir ve doğrusu, Hz. Muhammed’in söylediği şudur:

“ İslam beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’ın Tevhid olunması, namazın kılınması, zekâtın verilmesi, Ramazanın tutulması, hac üzerine.” (Müslim, iman, 5)

Bu hadisinden hareketle, “İslam’ın şartı beştir” diye “formülleştirilen ifadeyi, “İslam’ın şartlarından beşi…” olarak algılatıp anlamak ve İslam’ın şartlarının sadece bu 5 şarttan ibaret olmadığını kavramak, bizi birçok yanlış değerlendirme yapmaktan ve bir dizi çelişki ile kuşkuya düşmekten kurtarır. Gerçeği görmemizi ve doğruyu bulmamızı sağlar.

Dini konularda kendi arzu ve heveslerine göre konuşmayan (53/Necm/3) Hz. Peygamberin: "Müslüman, dilinden, elinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah'ın nehy ettiğini (yasakladığını) terk edendir". (Buhari, İman, 3) ifadesindeki “Müslüman / Allah’a teslim olan ve muhacir / hicret eden “ tanımlamalarının anlamlarını doğru olarak algılayıp anladığımız oranda, İbadet ve Allah’a kulluğun ne demek olduğunu da doğru olarak algılayıp, anlarız.

TIKLAYINIZ.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder