ANTİK İRAN’DA DİN
Sasanî
döneminde din, toplum üzerinde tam bir egemenliğe sahipti. Padişahlar ve
onların çocukları, Zerdüştî din adamlarının ve mabetlerinin sözünden
çıkmıyorlardı. Her tabaka, diğer bir tabakadan tam olarak ayrıydı; hiç kimse
hiçbir şekilde içinde bulunduğu tabakadan çıkıp bir üst tabakaya terfi
edemiyordu, sınıf değiştiremiyordu.
Sasanîler döneminde şah ailesi ve eşraf, birinci
sınıfı teşkil ediyordu. Onların yanı başında yer alan ikinci sınıf ise Zerdüştî
din adamlarıydı. Sasanî tarihinde iktidar, bu iki tabakanın arasında gidip
gelmiştir; bazen birinci tabaka iktidarı
ele geçiriyordu, bazen de ikinci tabaka. Ama mele’ ve mütref olan her iki
tabaka da insanları sömürüp fakirleştiriyordu. İki tabaka arasında tek bir fark
vardı; o da, birinci tabaka zorbalıkla, ikinci tabaka ise dini kullanarak
insanlar üzerinde tahakküm kuruyordu. Sonuçta vakıa şuydu: İnsanların mal varlıkları tamamıyla bu
iki tabakanın elindeydi. Ancak bazen din adamları, daha çok pay alabiliyorlardı.
Nitekim Albert Mallet diyor ki: “Bazen Zerdüştî din adamlarının elindeki malın
oranı, bütün malların yüzde 18/20 sine ulaşıyordu.”
Sasanîlerin üçüncü sınıfı ise sanatkâr, esnaf, asker
ve sıradan insanlardan oluşuyordu. Hiçbir meziyeti olmayan ve Hindistan’da
olduğu gibi, soysuz olarak kabul edilen bu sınıfın hiçbir sosyal hakkı yoktu. Firdevsî,[33] hicrî dördüncü asırda Rüstem-i Ferhzad’ın
ağzından şunları söylemektedir: “İslâm geldiğinde
her şeyi dağıtır, soylar birbirine karışır, hünersiz köle padişah olabilir ve
insanları yönetmek için soy ve ululuk bir anlam ifade etmez. Irk ve hanedanın
yönetim açısından bir önemi kalmayınca köleler bile yönetici olabilir.”
Firdevsî’nin İslâm’a hakaret
amacıyla söylediği bu sözler, günümüz dünyasında İslâm’ın gurur duyulacak
özelliklerindendir.
Sasanî dönemindeki üçüncü tabaka, dinî açıdan nasıl
değerlendiriliyordu? Zorbalar, felsefeyi bilmedikleri, din hakkında bilgileri
olmadığı ve metafizik dünyayı anlamadıkları için işlerini kaba kuvvetle
hallediyorlardı. Bir ayakkabıcı
çocuğu okuyamazdı. Çünkü o okuduğu zaman yönetici ya da yönetim sınıfının bir
üyesi haline gelebilirdi! Mademki babası ayakkabıcıdır, öyleyse dahi de
olsa ayakkabıcının çocuğu, ömrünün sonuna kadar ayakkabıcı olarak kalmalıdır!
Eğer dahi ise dâhiliğini ayakkabıcılıkta kullanmalıdır!
SINIFLI YAPININ
KORUYUCULARI OLAN ZERDÜŞTÎ DİN ADAMLARI
Sasanîler dönemindeki Zerdüştî din adamları, dini
kullanarak insanları bölmenin ve toplumu sınıflı hale getirmenin öncülüğünü
yapıyorlardı. Sasanîler döneminde, her biri ulu tanrı
Ahuramazda’nın tecellisinin birer parçası olan üç ateş vardı:
1-Azerbaycan’da bulunan Âzergeşesb ateşi
2-Sebzevar yakınlarındaki Âzerberzinmehr ateşi
3-Pars bölgesinde bulunan Âzerıstehr ateşi
Bu üç ateş, Ahura Mazda’dır, Ahura Mazda[34] ise toplumu tabakalara ayırır. Azerbaycan’daki ateşten
padişahlar ve onların çocukları, Fars’taki ateşten Zerdüştî din adamaları ve
Sebzevar yakınındaki kalede bulunan ateşten ise çiftçiler oluşmuştur.
İyilik
tanrısının bir olduğu ve herkesin Ahura Mazda’ya tapıp Ehrimen’le[35] mücadele
etmesi gerektiği Zerdüşt[36]dininde bile
Ahura Mazda’nın toplum hayatında tek tezahürü ve tek ateşi değil, birden çok
tezahürü ve ateşi vardı. Kutsal ateşin anlamı şudur: Söz konusu üç tabaka birbirinden ayrıdırlar,
birbirlerine karışmaları mümkün değildir ve birbirine benzer hiçbir yönleri
yoktur; kutsal ateş bunu gerektirir.
Bu dinin mensuplarına göre bu ayrışma, Ahura Mazda’nın toplum hayatındaki
tecellisidir. Böylece Ahura
Mazda, toplumdaki bu üç tabakalı yapıyı daha sabit hale getirmiştir. Bunun için
de, bir çiftçi bilir ki, onun kutsal ateşi Fars bölgesinde ya da Azerbaycan’da
değil, Sebzevar’dadır ve diğer ateşlerle de hiçbir alakası yoktur.
Hindistan’a bir bakın, Buda, tanrılar ve büyük tanrı
hakkında bilgi vermek ya da bir manayı, yüce bir duyguyu ve yüksek seviyedeki
bir düşünceyi açıklamak istediğinde derdi ki, bu
Aryaî, Arya ırkına ait bir değer ve bir düşüncedir. Yani bu düşünce, Aryaî
olmayan pis insanlara değil, necip, yüce ve soylu bir ırk olan Arya’ya aittir!
Görüyoruz ki, tanrılar ve en kutsal duygu ve
düşünceler bile ırkî ve sınıfsal bir üslupla ele alınmıştır. Bu dönemde felsefî düşünce henüz tam olarak gelişmediği için
bu ayırımcılık dine dayalı olarak gerçekleşmiştir.
Eflatun ve Aristo’ya göre köle ezelden beri köle,
efendi ise ezelden beri efendidir. Aristo şöyle demektedir: “Dünyada asil kana sahip olan soylu aile sayısı sadece
yirmidir; bunlar da Atina aileleri olup sayıları ne azalır ne de artar.”
Filozoflar tarafından yapılmış olan bu
değerlendirmelerde yine din etkili olmuştur. Çünkü o dönemde toplum üzerinde
felsefe değil din hâkimdi. Din ise bu dönemde de mevcut durumu savunan bir yapı olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Bu din, şu öğütleri ile insanları uyuşturuyordu: Sizin bir sorumluluğunuz yoktur, çünkü her ne oluyorsa
tanrının iradesi ile oluyor! Yoksulluğunuzdan şikâyet etmeyin, çünkü diğer
dünyada, çektiğiniz sıkıntıların karşılığını alacaksınız! Öyleyse bu dünyadaki
eksikliklerinizden söz etmeyin, çünkü diğer dünyada onların on misli size
verilecektir!
Böylece itiraz etme ve tercihte bulunma arzuları,
insanların iç dünyalarına ve zihinlerine hapsedilmiş oluyordu. Bir kişi ya da bir grup, ayaklandığında da zorbalar,
onları kaba kuvvetle bastırırlardı. Burada
dinin rolü, ayaklanma, eleştirme ve özgürce düşünme ruhunu insanların iç
dünyalarında etkisiz hale getirmekti. Din bunu, “Vuku bulan her şey Allah’ın
iradesi ile olmaktadır; dolayısıyla yapılan her itiraz Allah’ın iradesine olan
bir itirazdır.” şeklindeki düşünce ile gerçekleştiriyordu.
Görüyoruz ki bütün bu öğretiler, dinî öğretilerdir. Zaten din, inanç ve
ibadet esaslarına dayalı olarak oluşan bu öğretilerden meydana gelmektedir.
Buna karşılık, insanları uyuşturan, aldatan,
büyüleyen, iradelerini ellerinden alan, toplumu soy ve sınıf esaslarına göre
yapılandıran, hatta tanrıları bile millî[37] ölçülere göre belirleyen (bu) dinin
karşısındaki her şeyin, hak din olduğunu görüyoruz.
KİTAPTAKİ DİPNOTLAR:
[33] Firdevsî (ö. 1020): İran’ın milli destanı
Şehnâme’nin müellifi. Başlangıçta diğer şairler gibi gazel ve kasideler yazan
Firdevsî, bir süre sonra döneminin de etkisinde kalarak eski İran tarihine
büyük bir ilgi duydu. O dönemin eserlerinden faydalanmak için babasından veya
Zerdüştî rahiplerden Pehlevîce öğrendi. Şiir yazacak kadar da iyi Arapça
biliyordu. (TDVİA, Firdevsî maddesi, c. 13)
[34] Ahura Mazda: Mecusilikte, her şeyi bilen, yaratan
yüce tanrı anlamındadır. Ahura ‘ilahî varlık’, Mazda ise ‘hikmet ve aydınlanma’
demektir. Ahura Mazda, gerçeğin, kutsalın, iyiliğin ve sağlığın yaratıcısıdır.
Ondan kötülük kaynaklanmaz; dolayısıyla o, Ehrimen’in karşısında yer alır.
Ahura Mazda’nın etrafında kötülüğe karşı savaşan sayısız ilahî varlık bulunduğu
kabul edilir. İnanışa göre Ahura Mazda, sonunda Ehrimen’i yenecek ve böylelikle
iradesi tamamıyla gerçekleşmiş olacaktır. (Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç
Sözlüğü, s. 22, Vadi Yayınları, Ankara, 1998.)
[35] Ehrimen: Mecusiliğin kötülük ve eksiklik ruhu,
tanrı Ahura Mazda’nin rakibi ve düşmanı. Ehrimen’in hayata karşı ölümü
yarattığına; kötü varlıkları, sürüngenleri, vahşi hayvanları, kötü inancı,
bozgunculuğu vb. bütün kötü unsurları yönlendirdiğine ve bunları iyi ve güzel
olanların üzerine saldığına inanılır. (Gündüz, s. 22.)
[36] Zerdüşt: Zerdüştlüğün kurucusu olan kişidir. M.Ö.
628-551 yılları arasında yaşadığı söylenir. Kendisine atfedilen Avesta
kitabının Gatalar kısmında tek tanrıcı görüş ve düşünceleriyle dikkat çeker.
İran’da halkın çok tanrıcılığı terk etmesi ve tek yüce tanrıya tazimde
bulunması için yoğun çaba harcamıştır. (Gündüz, s. 404) Zerdüşt döneminden
sonra ise bu tek tanrıcı inanışlardan eski İran’ın çok tanrıcı dinlerine doğru
bir hareket olmuştur. Zerdüştlük, iyiliğin kaynağı Ahura Mazda ve kötülüğün
kaynağı Ehrimen şeklindeki düalist bir düşünceye dayanmaktadır. (Gündüz, s.
252)
Zerdüşt, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi gerçek bir peygamber olarak
değerlendirenler de vardır. (Farukî, İsamil R., Tevhid, s. 44, çev. Dilaver
Yardım, İnsan Yayınları, 1987, İstanbul.)
[37] İzed ve Hudâ adlarındaki antik İran tanrıları, İranlılar
tarafında Enîran ile savaşıyorlardı. Bunun anlamı şudur: Kötü ve pis
olan Enîran’a karşı sürdürülen savaşta evrenin tanrıları bile İran’ın üstün
ırkının yanında yer alıyorlardı. Enîran ise İranlı değildi. Görüyoruz ki,
burada da din, bu tür yollarla ırkî ve sınıfsal statükoyu muhafaza etmiştir.
Zaten bu görevi her zaman din yapmıştır. (Müellif)
(NASİPSE DEVAM EDECEK)
T.C. / M. Kemal Adal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder