İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

13 Ekim 2017 Cuma

ALİ ŞERİATİ - 9: ANTİK İRAN’DA DİN ve SINIFLI YAPININ KORUYUCULARI OLAN ZERDÜŞTÎ DİN ADAMLARI




ANTİK İRAN’DA DİN


Sasanî döneminde din, toplum üzerinde tam bir egemenliğe sahipti. Padişahlar ve onların çocukları, Zerdüştî din adamlarının ve mabetlerinin sözünden çıkmıyorlardı. Her tabaka, diğer bir tabakadan tam olarak ayrıydı; hiç kimse hiçbir şekilde içinde bulunduğu tabakadan çıkıp bir üst tabakaya terfi edemiyordu, sınıf değiştiremiyordu.

Sasanîler döneminde şah ailesi ve eşraf, birinci sınıfı teşkil ediyordu. Onların yanı başında yer alan ikinci sınıf ise Zerdüştî din adamlarıydı. Sasanî tarihinde iktidar, bu iki tabakanın arasında gidip gelmiştir; bazen birinci tabaka iktidarı ele geçiriyordu, bazen de ikinci tabaka. Ama mele’ ve mütref olan her iki tabaka da insanları sömürüp fakirleştiriyordu. İki tabaka arasında tek bir fark vardı; o da, birinci tabaka zorbalıkla, ikinci tabaka ise dini kullanarak insanlar üzerinde tahakküm kuruyordu. Sonuçta vakıa şuydu: İnsanların mal varlıkları tamamıyla bu iki tabakanın elindeydi. Ancak bazen din adamları, daha çok pay alabiliyorlardı. Nitekim Albert Mallet diyor ki: “Bazen Zerdüştî din adamlarının elindeki malın oranı, bütün malların yüzde 18/20 sine ulaşıyordu.”

Sasanîlerin üçüncü sınıfı ise sanatkâr, esnaf, asker ve sıradan insanlardan oluşuyordu. Hiçbir meziyeti olmayan ve Hindistan’da olduğu gibi, soysuz olarak kabul edilen bu sınıfın hiçbir sosyal hakkı yoktu. Firdevsî,[33] hicrî dördüncü asırda Rüstem-i Ferhzad’ın ağzından şunları söylemektedir: İslâm geldiğinde her şeyi dağıtır, soylar birbirine karışır, hünersiz köle padişah olabilir ve insanları yönetmek için soy ve ululuk bir anlam ifade etmez. Irk ve hanedanın yönetim açısından bir önemi kalmayınca köleler bile yönetici olabilir.”

Firdevsî’nin İslâm’a hakaret amacıyla söylediği bu sözler, günümüz dünyasında İslâm’ın gurur duyulacak özelliklerindendir.

Sasanî dönemindeki üçüncü tabaka, dinî açıdan nasıl değerlendiriliyordu? Zorbalar, felsefeyi bilmedikleri, din hakkında bilgileri olmadığı ve metafizik dünyayı anlamadıkları için işlerini kaba kuvvetle hallediyorlardı. Bir ayakkabıcı çocuğu okuyamazdı. Çünkü o okuduğu zaman yönetici ya da yönetim sınıfının bir üyesi haline gelebilirdi! Mademki babası ayakkabıcıdır, öyleyse dahi de olsa ayakkabıcının çocuğu, ömrünün sonuna kadar ayakkabıcı olarak kalmalıdır! Eğer dahi ise dâhiliğini ayakkabıcılıkta kullanmalıdır!

SINIFLI YAPININ KORUYUCULARI OLAN ZERDÜŞTÎ DİN ADAMLARI


Sasanîler dönemindeki Zerdüştî din adamları, dini kullanarak insanları bölmenin ve toplumu sınıflı hale getirmenin öncülüğünü yapıyorlardı. Sasanîler döneminde, her biri ulu tanrı Ahuramazda’nın tecellisinin birer parçası olan üç ateş vardı:

1-Azerbaycan’da bulunan Âzergeşesb ateşi
2-Sebzevar yakınlarındaki Âzerberzinmehr ateşi
3-Pars bölgesinde bulunan Âzerıstehr ateşi

Bu üç ateş, Ahura Mazda’dır, Ahura Mazda[34] ise toplumu tabakalara ayırır. Azerbaycan’daki ateşten padişahlar ve onların çocukları, Fars’taki ateşten Zerdüştî din adamaları ve Sebzevar yakınındaki kalede bulunan ateşten ise çiftçiler oluşmuştur.

İyilik tanrısının bir olduğu ve herkesin Ahura Mazda’ya tapıp Ehrimen’le[35] mücadele etmesi gerektiği Zerdüşt[36]dininde bile Ahura Mazda’nın toplum hayatında tek tezahürü ve tek ateşi değil, birden çok tezahürü ve ateşi vardı. Kutsal ateşin anlamı şudur: Söz konusu üç tabaka birbirinden ayrıdırlar, birbirlerine karışmaları mümkün değildir ve birbirine benzer hiçbir yönleri yoktur; kutsal ateş bunu gerektirir.

Bu dinin mensuplarına göre bu ayrışma, Ahura Mazda’nın toplum hayatındaki tecellisidir. Böylece Ahura Mazda, toplumdaki bu üç tabakalı yapıyı daha sabit hale getirmiştir. Bunun için de, bir çiftçi bilir ki, onun kutsal ateşi Fars bölgesinde ya da Azerbaycan’da değil, Sebzevar’dadır ve diğer ateşlerle de hiçbir alakası yoktur.

Hindistan’a bir bakın, Buda, tanrılar ve büyük tanrı hakkında bilgi vermek ya da bir manayı, yüce bir duyguyu ve yüksek seviyedeki bir düşünceyi açıklamak istediğinde derdi ki, bu Aryaî, Arya ırkına ait bir değer ve bir düşüncedir. Yani bu düşünce, Aryaî olmayan pis insanlara değil, necip, yüce ve soylu bir ırk olan Arya’ya aittir!

Görüyoruz ki, tanrılar ve en kutsal duygu ve düşünceler bile ırkî ve sınıfsal bir üslupla ele alınmıştır. Bu dönemde felsefî düşünce henüz tam olarak gelişmediği için bu ayırımcılık dine dayalı olarak gerçekleşmiştir.

Eflatun ve Aristo’ya göre köle ezelden beri köle, efendi ise ezelden beri efendidir. Aristo şöyle demektedir: “Dünyada asil kana sahip olan soylu aile sayısı sadece yirmidir; bunlar da Atina aileleri olup sayıları ne azalır ne de artar.”

Filozoflar tarafından yapılmış olan bu değerlendirmelerde yine din etkili olmuştur. Çünkü o dönemde toplum üzerinde felsefe değil din hâkimdi. Din ise bu dönemde de mevcut durumu savunan bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu din, şu öğütleri ile insanları uyuşturuyordu: Sizin bir sorumluluğunuz yoktur, çünkü her ne oluyorsa tanrının iradesi ile oluyor! Yoksulluğunuzdan şikâyet etmeyin, çünkü diğer dünyada, çektiğiniz sıkıntıların karşılığını alacaksınız! Öyleyse bu dünyadaki eksikliklerinizden söz etmeyin, çünkü diğer dünyada onların on misli size verilecektir!

Böylece itiraz etme ve tercihte bulunma arzuları, insanların iç dünyalarına ve zihinlerine hapsedilmiş oluyordu. Bir kişi ya da bir grup, ayaklandığında da zorbalar, onları kaba kuvvetle bastırırlardı. Burada dinin rolü, ayaklanma, eleştirme ve özgürce düşünme ruhunu insanların iç dünyalarında etkisiz hale getirmekti. Din bunu, “Vuku bulan her şey Allah’ın iradesi ile olmaktadır; dolayısıyla yapılan her itiraz Allah’ın iradesine olan bir itirazdır.” şeklindeki düşünce ile gerçekleştiriyordu.

Görüyoruz ki bütün bu öğretiler, dinî öğretilerdir. Zaten din, inanç ve ibadet esaslarına dayalı olarak oluşan bu öğretilerden meydana gelmektedir.


Buna karşılık, insanları uyuşturan, aldatan, büyüleyen, iradelerini ellerinden alan, toplumu soy ve sınıf esaslarına göre yapılandıran, hatta tanrıları bile millî[37] ölçülere göre belirleyen (bu) dinin karşısındaki her şeyin, hak din olduğunu görüyoruz.


KİTAPTAKİ DİPNOTLAR:


[33] Firdevsî (ö. 1020): İran’ın milli destanı Şehnâme’nin müellifi. Başlangıçta diğer şairler gibi gazel ve kasideler yazan Firdevsî, bir süre sonra döneminin de etkisinde kalarak eski İran tarihine büyük bir ilgi duydu. O dönemin eserlerinden faydalanmak için babasından veya Zerdüştî rahiplerden Pehlevîce öğrendi. Şiir yazacak kadar da iyi Arapça biliyordu. (TDVİA, Firdevsî maddesi, c. 13)

[34] Ahura Mazda: Mecusilikte, her şeyi bilen, yaratan yüce tanrı anlamındadır. Ahura ‘ilahî varlık’, Mazda ise ‘hikmet ve aydınlanma’ demektir. Ahura Mazda, gerçeğin, kutsalın, iyiliğin ve sağlığın yaratıcısıdır. Ondan kötülük kaynaklanmaz; dolayısıyla o, Ehrimen’in karşısında yer alır. Ahura Mazda’nın etrafında kötülüğe karşı savaşan sayısız ilahî varlık bulunduğu kabul edilir. İnanışa göre Ahura Mazda, sonunda Ehrimen’i yenecek ve böylelikle iradesi tamamıyla gerçekleşmiş olacaktır. (Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, s. 22, Vadi Yayınları, Ankara, 1998.)

[35] Ehrimen: Mecusiliğin kötülük ve eksiklik ruhu, tanrı Ahura Mazda’nin rakibi ve düşmanı. Ehrimen’in hayata karşı ölümü yarattığına; kötü varlıkları, sürüngenleri, vahşi hayvanları, kötü inancı, bozgunculuğu vb. bütün kötü unsurları yönlendirdiğine ve bunları iyi ve güzel olanların üzerine saldığına inanılır. (Gündüz, s. 22.)

[36] Zerdüşt: Zerdüştlüğün kurucusu olan kişidir. M.Ö. 628-551 yılları arasında yaşadığı söylenir. Kendisine atfedilen Avesta kitabının Gatalar kısmında tek tanrıcı görüş ve düşünceleriyle dikkat çeker. İran’da halkın çok tanrıcılığı terk etmesi ve tek yüce tanrıya tazimde bulunması için yoğun çaba harcamıştır. (Gündüz, s. 404) Zerdüşt döneminden sonra ise bu tek tanrıcı inanışlardan eski İran’ın çok tanrıcı dinlerine doğru bir hareket olmuştur. Zerdüştlük, iyiliğin kaynağı Ahura Mazda ve kötülüğün kaynağı Ehrimen şeklindeki düalist bir düşünceye dayanmaktadır. (Gündüz, s. 252)

Zerdüşt, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi gerçek bir peygamber olarak değerlendirenler de vardır. (Farukî, İsamil R., Tevhid, s. 44, çev. Dilaver Yardım, İnsan Yayınları, 1987, İstanbul.)

[37] İzed ve Hudâ adlarındaki antik İran tanrıları, İranlılar tarafında Enîran ile savaşıyorlardı. Bunun anlamı şudur: Kötü ve pis olan Enîran’a karşı sürdürülen savaşta evrenin tanrıları bile İran’ın üstün ırkının yanında yer alıyorlardı. Enîran ise İranlı değildi. Görüyoruz ki, burada da din, bu tür yollarla ırkî ve sınıfsal statükoyu muhafaza etmiştir. Zaten bu görevi her zaman din yapmıştır. (Müellif)

(NASİPSE DEVAM EDECEK)

​ T.C. / M. Kemal Adal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder