İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

12 Ekim 2017 Perşembe

ALİ ŞERİATİ - 8: MAL HALKINDIR, ALLAH’IN AİLESİ, SINIFSAL VE IRKÎ İHTİLAFLAR, YARATICILIK VE RUBUBİYET, İDEAL TOPLUM MODELİ: MEDİNE



MAL HALKINDIR


Kur’an’a baktığımızda ilk kelimenin, Allah, son kelimenin ise en-nâs (insanlar) kelimesi olduğunu görüyoruz. Kur’an’ın her yerinde muhatap insandır. Birinci bölümde ‘Allah ve insan dini’ olarak ifade ettiğim hak din, felsefî açıdan -panteizm dışında- Allah’ın zatını, Onun dışındaki varlıklardan ayırmaktadır; ancak sosyal bakımdan ikisini aynı safta görmektedir.

İnsanın sosyal ve ekonomik hayatı ile ilgili bütün ayetlerde Allah kelimesinin yerine en-nâs (insanlar) kelimesi, en-nâs (insanlar) kelimesi yerine de Allah kelimesi kullanılabilir. Mesela “Mal, Allah’ındır.”[29] İfadesi, putperestlerin iddia ettiği gibi, Allah’ın da ihtiyaçları vardır; onun için mabede ve onun sahibine adaklar ve kurbanlar vermek gerekir, şeklinde anlaşılmamalı. “Mal, Allah’ındır.” ifadesi, “Mal, insanlarındır.” demektir. Bu, günümüz dünyasının etkisinde kalarak benim yaptığım bir yorum değildir; Ebû Zer el-Gıfarî’nin, Muaviye’nin yakasından tutup ona söylediği şu sözün aynısıdır: “Sen, ‘Mal, Allah’ındır.’ şeklindeki sözünle insanların malını yemeyi amaçlıyorsun ve şunu demek istiyorsun: Mal, insanların değil Allah’ın malıdır, ben ise Allah’ın yeryüzündeki temsilcisiyim. Dolayısıyla da insanların (kamu) malını dilediğim gibi kullanırım, istediğim kimselere veririm ve istemediğim kimselere de vermem!”

Bu sözü ile Ebû Zer, Muaviye’ye “Mal, Allah’ındır.” ifadesinin, “Mal, insanlarındır.” anlamında olduğunu dolayısıyla da malın ve servetin, imtiyazlı sınıfa değil halka ait olduğunu öğretmiş oluyordu.

Allah’ın malı, halkın malıdır; çünkü sosyal ve ekonomik konularda Allah ile halk / nâs aynı saftadırlar. Bundan dolayıdır ki, “İnsanlar, Allah’ın ailesidir (ıyâl).”[30]denmiştir.

ALLAH’IN AİLESİ


Allah’ın ailesinin yani insanların karşısında mele’ ve mütref zümresi vardır. Bu zümre, tarih boyunca insanlar üzerinde tahakküm sahibi olmuş ve insanların varını yoğunu ellerinden almıştır. Böylece insanlar kendi sosyal ve ekonomik kaderlerini tayin etme hakkından mahrum kalmışlardır.

Mele ve mütref sınıfının dini vardır. Onlar, hiçbir zaman materyalist, egzistansiyalist ve ateist olmamışlardır ve değillerdir. Firavun dâhil hepsinin de bir ya da birden fazla tanrısı vardır. Zaten onların nasıl bir dine sahip oldukları da aşikâr bir durumdur. Peygamberler, onlara karşı çıkmış ve onların dini olan şirk dinini ve Allah’a isyanı tazammun eden tağutperestliği yok etmek için çalışmışladır.

SINIFSAL VE IRKÎ İHTİLAFLAR


Birinci bölümde dediğim gibi şirk, sadece felsefî bir yorum değil, aynı zamanda statükonun muhafazası ve savunuculuğudur. Peki tarihte statüko neydi? Tarihte statüko, sosyal şirkti.

Sosyal şirk ise putperest toplumlardaki çok sınıflılık ve çok ırklılık demektir. Böyle bir toplumda her ırkın ve her kabilenin bir putu vardır ve herkes kendine mahsus puta ibadet eder. Toplumu oluşturan ırklar, sınıflar ve grupların kendilerine mahsus hukukî statüleri ve hakları vardır; bundan dolayı da toplumun soylu kesimidirler.

Oysa tevhid dini yani ‘Allah ve insan’ dini, peygamberler aracılığıyla, Allah dışında hiç bir mabud, yaratıcı ve rabbin var olamayacağını bildirmiştir.

YARATICILIK VE RUBUBİYET[31]


Bütün şirk dinleri, yaratıcılık özelliğinin Allah’a ait olduğunu kabul eder fakat rab olma özelliğine gelince bu noktada çok sayıda put devreye girer. Nemrut ve Firavun gibi kimseler bile yaratıcılık iddiasında değil, rab olma iddiasında bulunmuşlardır. Firavun demiştir ki: “Ben sizin en yüce rabbinizim!” Yani ben sizin en büyük sahibinizim, sizin yaratıcınız değilim. Yunan mitolojisi dâhil bütün şirk dinlerinde Allah, yaratıcı olarak yer almaktadır. Yunan mitolojisine göre Allah evreni yaratıp kenara çekildikten sonra devreye diğer tanrılar girmişlerdir. Şirk düşüncesinin amacı, insanları ırklara ve milli toplumlara bölmek, daha sonra da birbirlerine karşı sınıflar ve gruplar oluşturarak yöneten (yönetilen ve fakir) yoksul kesimlerini oluşturmaktır.

İDEAL TOPLUM MODELİ: MEDİNE


Tarih boyunca ‘Allah ve insan’ dini[32], toplumu mevcut yapı üzerinde yapılandıran bir din olarak değil, mevcut yapıya karşı bir hareket olarak ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihi boyunca ‘Allah ve insan’ dinine göre kurulmuş olan tek toplum, Medine toplumudur. O da bir dönem olarak değil sadece bir model olarak tarih sahnesine çıkabilmiştir.

Medine toplumunun ömrü ve tarihi, insanlığın bilebildiğimiz elli bin yıllık tarihi içinde sadece on yıldır. Bunun dışında sürekli olarak, saf ve doğru din olan tevhid dininin perdesi altında şirk dini Medine’de hüküm sürmüştür. Ekonomik sistem, toplumsal düzen, eğitim sistemi, fertler, gruplar, sınıflar, ırklar ve azınlık-çoğunluk arasındaki ilişkiler, sadece on yıl ‘Allah ve insan’ dinine göre yaşanmıştır. Bu da tam olarak gerçekleşmemiş, ancak yapının ana iskeleti ve çatısı kurulabilmiştir. Zira böyle tarih üstü bir yapıyı, on yılda kurmak mümkün değildir. Bu on yıl içinde insanlar, cahiliye döneminden kalma alışkanlıklarını ve sosyal ilişkilerini tam olarak değiştiremedikleri gibi bu çatıyı da muhafaza edememişlerdir. Nitekim yirmi yıl sonra, düşman, bu yapıya musallat olup onu ele geçirmiştir.

Burada şu sonuca varıyoruz: Tarihi bu şekilde okumak ve yorumlamak, din, dinsizlik, günümüzdeki dinsiz aydınlar, geçmişteki dindarlar, medeniyet, ilim, materyalistler ve dindarlar hakkındaki anlayışlarımızın tümünü değiştirmektedir.

Öyleyse 17, 18 ve özellikle de 19. yüzyılda “Din, halklar için bir uyuşturucudur.” diyen aydınlara hak vermek gerekir. Çünkü onlar, tarihte var olan bir dinden söz ediyorlardı. Tarihe egemen olan dine bakıp inceledikten sonra görmüşler ki din, gerçekten insanları uyuşturuyor.

Dolayısıyla “Din, ekonomik ve sosyal bakımdan, azınlığın çoğunluk üzerinde tahakküm kurmasını sağlayan bir araçtır.” diyen bu kimselere hak vermek gerekir. Zaten feodal dönemde dinin görevi, statükoyu yani kölelik ve efendiliği korumaktı. Sadece feodal dönemde değil, şekli ne olursa olsun, yönetim ve ekonominin mevcut olduğu farklı toplumlarda her dönemde ve her sınıfta din, insanların fıtrî din duygularını istismar ederek statükoyu koruyan bir araç olmuştur. Bunun örnekleri pek çoktur. Tarihin herhangi bir dönemine baktığınızda dinin (şirk dininin-MKA) neler yaptığını görebilirsiniz. Bunun örneklerinden biri İran’dır.


KİTAPTAKİ DİPNOTLAR:


[29] Kur’an’da böyle bir ifade bulunmamaktadır. Buna en yakın Kur’an ifadesi “Mülk Allah’ındır.” (Zümer, 6;.Teğâbun, 1) ifadesidir. Müellifin, Kur’an’da bulunmayan bir ibarenin Kur’an’da varmış gibi dile getirmesi, bir duyarlılık eksikliğini gösterse de kötü niyete hamledilmemelidir. Bu, aşikar bir gerçek olduğu için üzerinde durmaya değer görmüyoruz. -Çev.notu)

[30] Bu hadis, kaynaklarda “Varlıklar, Allah’ın ailesidir.” şeklinde geçmektedir. Taberânî, Ebû Nu’aym ve Beyhakî gibi muhaddislerin naklettiği bu hadisi, en-Nevevî, senedinden dolayı zayıf olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte bu hadisin, mana bakımından genel olarak kabul edildiğini görüyoruz. Bazı âlimler, bu hadisteki ıyâl ifadesinin mecaz olduğunu düşünüp hadisi şu şekilde yorumlamışlar: İnsanlar, kendi ailelerinin geçimlerini sağladıkları gibi Allah da bütün varlıkların rızkını vererek onların hayatlarını idame etmesini sağlamaktadır. Bazıları da, hadisteki ıyâl kelimesinin fakir ve muhtaç anlamına geldiğinden hareketle hadisi şu şekilde anlamlandırmışlardır: Bütün varlıklar, Allah’a muhtaçtır. (el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafâ’, I, s. 457-458, Müessesetu’r-Risâle, 1405, Beyrut.)

[31] Rab, sahip demektir, yaratıcı demek değildir. (Müellif)

[32] ‘Allah ve insan dini’ başlangıçtan günümüze kadar, peygamberlerin, insanları kendisine çağırdığı dindir. Ancak tarihî süreçte söz sahibi olan muhalif güçler, bu dinin toplumda hayat bulmasına imkân vermemişlerdir. Bunun için, insanlar, her bakımdan öyle güce, şuura ve fikrî olgunluğa ulaşmalılar ki, bu dini topluma hâkim kılabilsinler ve şirk dinini ortadan kaldırabilsinler. İnsanlar, hiçbir zaman böyle bir olgunluğa ulaşmadıkları için, tarihin ve toplumun dizginlerini mele’ve mütrefinlerin elinden alıp kendi kaderlerini tayin edememişlerdir. Bundan dolayı da İbrahimî din, hiçbir zaman istediği gibi bir toplum oluşturamamıştır. Yiğit insanlara düşen de böyle bir toplum oluşturmaktır. (Müellif)

(NASİPSE DEVAM EDECEK)

​ T.C. / M. Kemal Adal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder