İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

11 Ekim 2017 Çarşamba

ALİ ŞERİATİ - 7: DİNE KARŞI DİN, İKİNCİ BÖLÜM, KÜFÜR DİNİ ve İSLAM DİNİ



DİNE KARŞI DİN

İKİNCİ BÖLÜM


Birinci bölümde, “dine karşı din” ifadesinden neyi kastettiğimi söyledim. Orada söylediğim, aslında karmaşık felsefî bir konu değil, basit bir konudur. Fakat pek çok basit konu vardır ki, onları ihmal ettiğimizde sonuçları çok ağır olmaktadır. İşte benim de yeni fark ettiğim gerçek şudur: Kafalarımızdaki anlayışın aksine, tarih boyunca din, küfürle yani dinsizlikle savaşmamıştır. Çünkü tarih, sosyoloji, din sosyolojisi ve antropoloji bilimlerinin de gösterdiği gibi tarihte tanrısız hiçbir toplum yoktur ve insanların toplumsal yaşamları din merkezli olmuştur.

Yine şunu söyledim: Geçmişteki bütün toplumlar, hangi ırktan ve hangi dönemde olursa olsun, dinî toplumlardır. Yani tarihteki her toplumun düşünce ve kültürünün temelinde din vardır. Kültürleri ve medeniyetleri inceleyen ya da üniversitede okutan bir tarihçi, görür ve bilir ki, aslında tek toplum ve tek millet vardır; değişen, sadece din ve kültür anlayışlarıdır. Kim Vedalar[21] ve Buda dinlerini dikkate almadan Hint kültüründen söz edebilir? Kim antik Çin’i değerlendirirken, Çin kültürünün özü ve temeli olarak değil de sadece bu kültürün büyük şahsiyetlerinden birileri olarak Laf Tse[22] ve Konfüçyüs’ten söz edebilir?

Bu gerçeklerden anlıyoruz ki, tarih[23] boyunca bütün toplumlar, dine bağlı olarak yaşamışlardır. Toplumlar, sadece bir dine inanmakla kalmamış, yaşamlarında da dini esas almışlardır. Din, sadece onların manevî, ahlâkî ve düşünsel hayatlarını değil, maddî ve ekonomik hayatlarını, hatta şehirlerinin mimarî yapılarını bile yüzde yüz etkilemiştir. Daha önce de söylediğim gibi antik şehirlerin çoğu, sembolik şehirler olup bir mabet etrafında kurulmuştur. Zamanla bu mabet, o şehir için bir sembol haline gelmiştir. Bu gün Eyfel kulesi Paris’in sembolü olduğu gibi, geçmişte de mabetler şehirler için bir semboldü.

İlk insan Hz. Âdem’den son peygambere kadar İbrahimî dinlerin/İslam dininin bütün peygamberleri, hangi cepheye, hangi düşünceye ve hangi sosyal yapıya karşı çıkmışlardır ve hangi cephe onlara karşı durup direnmiştir? Bu cephenin, küfür cephesi olduğunu biliyoruz; fakat küfür, dinsizlik değildir. Zaten peygamberler de insanları salt anlamıyla dine davet etmek ya da onlarda dinî duyarlılık oluşturmak için gelmemişlerdir. Peygamberler, fertler ve toplumlar, illaki bir dine inansınlar diye de çalışmamışlardır. Yine peygamberler, toplumda ibadeti yaygınlaştırmak için de gelmemişlerdir; çünkü ibadet, dinî duygu, gayba ve bir tanrıya, ya da tanrılara inanma kişilerde ve toplumlarda daima var olagelmiştir.

Tarihte, peygamberlere, daha çok da İslâm kelamcıları ve filozoflarına karşı çıkan zındıklar ve dehrîlere[24] gelince, bunlar, başka bir dinî anlayışa sahiptiler ve farklı bir metafizik inanışları vardı. Ayrıca dehrîlik olgusu, geç dönemde ortaya çıkmış olan bir olgudur. Felsefe ve akılcı düşüncenin gelişmesi ile birlikte nadir de olsa bazı kimseler, din ve maneviyat konularında bazı şüpheler ortaya attılar. İşte dehrîler, bu çerçevede ortaya çıkan kimselerdir. Demek ki dinsizlik, tarihte kelime anlamıyla hiçbir zaman var olmamış, herhangi bir toplum oluşturmamış ve herhangi bir döneme damgasını vurmamıştır.

Daha öncede söylediğim gibi insanlık tarihinde sosyal yapısı, tarihi, ekonomisi, kültürü ve medeniyeti bir birinden farklı pek çok toplum yaşamıştır ve bunların tümü de dinî toplumlardır. Bunun içindir ki peygamberlerimiz, insanlık tarihinin başlangıcından beri, toplumlarının ihtiyaçları ve sorunlarına göre dinî hareketlerini şekillendirip toplumun mevcut dinine ve onun koruyucularına karşı harekete geçmişlerdir. Buna mukabil, her zaman bir güç, peygamberlere karşı çıkmış ve bizim inandığımız dinî hareketi engellemek, onu yok etmek ya da tahrif etmek için bütün gücünü ve imkânını kullanmıştır. Bunu, dinsizlik değil küfür yapmıştır.


Öyleyse bizim inandığımız manada din, insanlık tarihi boyunca, başka bir dine karşı çıkmış ve peygamberlerin mücadelesi, dinsizliğe karşı değil, küfre karşı olmuştur. Zira toplumlarda dinsizlik vücut bulmamıştır. Dolayısıyla da mücadele, toplumun ve zamanın dinine karşı yapılmıştır.

KÜFÜR DİNİ VE İSLÂM DİNİ


Allah (c), Peygamber’e (s) şöyle diyor: “De ki: Ey kâfirler,[25].” [26] Bu ayetin geçtiği Kâfirûn suresindeki tekrara ve Peygamber’e (s) söylemesi emredilen “Ben sizin taptıklarınıza tapmam!” ayetindeki inceliğe dikkat edin. “Ben sizin taptıklarınıza tapmam!” ayeti “Ey Muhammed, sana karşı gelenlere söyle: Ben, siz kâfirlerin ibadet ettiği şeye ibadet etmem!” demektir. Kullanmak istediğim her kelime, bu surede mevcuttur. Bu ayette, ibadet meselesinin karşısında ibadetsizlik değil, ibadet yer almaktadır. Yani Peygamber’in (s) karşısında yer alan kimseler ibadete inanmayan tanrıtanımaz kimseler değildi; bilakis ondan daha çok tanrıya sahiptiler. Görüldüğü gibi tartışmaya konu olan asıl mesele, din meselesi değil tanrı meselesidir. Daha sonra gelen “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz”[27] ayeti, anlam bakımından bir önceki ayetin aynısıdır. Bu tür tekrarlarla Kur’an, önemli meseleleri farklı boyutlarıyla tam olarak zihinlere yerleştirmeyi amaçlamaktadır. Bundan dolayıdır ki “Ben sizin taptıklarınıza tapmam!” ayetinden hemen sonra “Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz.” ayeti nazil olmuştur. Nihayetinde sure, şöyle bir açıklama ile bitmektedir:Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”[28] Yani din, din ile savaşır.

TARİHE KÜFÜR DİNİ EGEMENDİR


Peki, birinci bölümde sözünü ettiğimiz savaşta hangi taraf galip oldu? Tevhid / (benim dinim banadır) dini mi, yoksa kâfirlerin dini mi? Tarih boyunca kâfirlerin dini galip olmuştur. Toplumlara baktığımızda, hak olduğuna inandığımız peygamberler, tarihin hiçbir döneminde dinlerini, istendiği gibi tam olarak topluma hâkim kılamamışlardır.

Peygamberler, daima kendi dönemlerindeki mevcut dinlere karşı bir devrim şeklinde dinlerini ortaya koymuşlardır. Ancak ellerinde güç olan kâfirler, her seferinde statükoyu muhafaza eden dinlerini toplumda daha kuvvetli bir şekilde hâkim kılmışlardır. Çünkü ekonomik, sosyal ve siyasî güç daima onların elinde olmuştur. Tarihin başlangıcından şimdiye kadar hak din, toplumda tam olarak yaşama imkânını bulamamıştır. Bundan ötürü de toplumlar, tarih boyunca küfür dininin tasallutu altında yaşamak zorunda kalmışlardır.


Peki, bu din, hangi dindir ve bu dinin mensupları kimlerdir? Dinin mahiyetini aydınlığa kavuşturmak ve daha basit ve anlaşılır bir açıklama yapmak için dinî metinlerden farklı isimler ve sıfatlar da çıkarılabilir, fakat Peygamber (s), bu dinler için “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.” ifadesini kullanmıştır. Muhatap bakımından ‘insan dini’, öz, eksen ve davet yönü bakımından ‘Allah'ın dini’ olarak nitelendirilebilecek dini, Peygamber (s), “Benim dinim banadır!” şeklinde ifade etmiştir. Tarih boyunca mevcut dine karşı bir itiraz ve devrim şeklinde ortaya çıkan ve peygamberler tarafından tebliğ edilen hak dinin muhatabı insan, ulaşmak istediği hedef ise Allah’tır.

KİTAPTAKİ DİPNOTLAR:


[21] Hinduizmin en eski ve en önemli kutsal literatürü. Bu dinsel literatürün on bin yıllık bir tarihi olduğuna inanılır. Vedalar, uzun zaman ezber yoluyla nesilden nesile aktarılmıştır. Veda, kutsal bilgi anlamına gelir. Genellikle tanrılara methiyeyi konu alan ilahilerden oluşur. (Gündüz, s. 383)

[22] Lao Tse/Lao Tze: M.Ö. 604 yılında ortaya çıktığı sanılan Taoizm’in kurucusu. Chou’da imparatorluk arşivinde çalışan ve emekli olan Lao’nun mitolojik bir figür de olduğu düşünülür. Taoizm’in kutsal kitabı Tao Te Ching (Yol ve Onun Gücü Klasiği) ona atfedilir. Yaşamının sonlarına doğru Lao’nun, bir öküz üzerinde dağlara doğru gittiğine ve orada kaybolduğuna inanılır. (Gündüz,s. 233.)

[23] Tarihten kastımız, tarihin ıstılahî anlamı olan insan toplumunun yaşam macerası ve onun başından geçenlerdir. (Müellif)

[24] Mutlak zaman anlamına gelen dehr kelimesine nisbet olan dehrî kavramı, İslâm dünyasında genel olarak materyalist ve ateist düşünce akımları için kullanılır. İslâm’dan önce bazı Cahiliye Arap larının da bu düşünceye sahip olduğunu Kur’an şöyle ifade etmektedir: “Hem dediler ki: Hayat ancak bizim şu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman (dehr) yok eder! Hâlbuki bu hususta bir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannederler.” (Câsiye, 24) Ayette geçen dehr kelimesinin dehrî şeklinde kullanımı ise sonraki bir gelişmedir. (TDVİA, Dehriyye mad, cilt 9.)

Dehrîler, bütün metafizik gerçekleri inkar ederler. Dinleri ve peygamberleri lüzumsuz görürler. Bundan dolayı da kendilerine zenadıka adı verilmiştir. (Şamil İslâm Ansiklopedisi, Zındık maddesi, cilt 6.)

[25] Kafir, dini olan insandır, dinsiz insan değildir. İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s) ile savaşanlar, din muhafızları idiler; dinî duyguları olmayan kimseler değillerdi ve din adına yeni dinin peygamberiyle savaşıyorlardı. (Müellif)

[26] 109, Kâfirûn, 1. (De ki: "Ey nankör kâfirler!) 

[27] 109, Kâfirûn, 3. (Siz de ibadet etmezsiniz benim ibadet ettiğime. )

[28] 109, Kâfirûn, 6. (Sizin dininiz size, benimki bana)


(NASİPSE DEVAM EDECEK)

​ T.C. / M. Kemal Adal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder