Sadık Kemal TURAL
2-13 Aralık 2015
Eeeeey!
Şehitlerden, gazilerden, temiz emeklerden miras kalan, kırk ceddimin yattığı kutsal
topraklarda, saygı, sevgi ve şefkatle bağımlı olduğum insanlar…
Eeeey!
Kırgınlıklara yenilmeden, uğradığı hukuksuzluklar yüzünden inkâr ve isyana da,
dostların güçsüzlük veya korkaklıktan doğan sessizliğinin yol açtığı şaşkınlığa
da teslim olmadan, bencileyin, vatanı sevmenin; davranışlarını, sevgiyle
mayalayıp ekmeğe aşa dönüştürmenin çabası ve heyecanı ile yaşayanlar…
Eey,
niyeti, annesinin sütü kadar ak, babasının teri kadar helal olan vatan
karındaşlarım… Eey! Ata ruhlarının çağrılarını duyabildikçe, gerili yaydaki
ok gibi, bütün bağlantılardan kopup, hedefi enerjisiyle vurmaya hazır kardeşlerim…
Ey!
Tarihleşerek akıp giden zamanın ve şartların oluşturup geliştirdiği millî
benliğine ve kimliğine sahip çıkmayı -–çoğunlukla-- unutan yoldaşım… İstemese
de peşine düştüğüm gönüldaşım, bir parçası olduğuna inandığım diğer parçam:
VALLÂHİ seni seviyorum…
Seni, ağıtların, şarkıların, türkülerin, oyun havalarının
ezgi ve sözlerinde sevdim… Ben, seni anlatmayı başarabilmişlerden,
Han Duvarları’nın, Bingöl Çobanları’nın, Bu Vatan Kimin’in, Hancı’nın, Süleymaniye’de
Bayram Sabahı’nın mısralarında; İsmail Habib’in Yurttan Yazılar’ıyla sevdim… Seni ben, Müftüoğlu Ahmet Hikmet’in
Üzümcü adlı, bilinçli aydınlara
tercüman olan ve kelimelerle çizilmiş, dev tabloya modellik yaptığın için sevdim…
Hırsları ve aç gözlülükleri tescilli, operasyonlu
hırsızlıkları örtülmüş insanları bağışlayan saflığına; riyalarla, şarlatanlıklarla
aklını, imanını aldatanlara gösterdiğin hamakat
saydığım hoşgörüne rağmen, seni sevmeyi sürdürdüm.
Dolar milyoneri sözde sosyalistin, her yıl
arabasını, beş yılda bir evini yenileyen sözde sosyal demokratın, senin
devletini, milletini ve vatanını parçalamaya kararlılarla oynaşan, destek veren
TV mürşitlerinin, köşe yazarlarının, seni kandırmanın zevkiyle kendinden geçtiklerini
gördüğüm anlarda, sana çok kızdımsa da, sevmekten vazgeçmedim.
Otuz katlı otelin bilmem kaçıncı katındaki
süit daireden Kâbe’ye bakıp umre yapan ve / veya hacı olanların, seni
küçümsediğini gördüğüm zaman, sana öfke duydum; ama sevmekten vazgeçemedim…
Millet / devlet parasını soymanın adını taahhüt koyup—üstüne üstlük-- sana küfür
edenler; ’Türk yoktur’ diyebilen soyu
bozuklar karşısında, medenî ve hukukî hakkını kullanmadığın zaman, sana çok
kızdım; sevgimin acısıyla ve kızgınlıkla, “Allah
sana, Cumhuriyet savcısına gidecek güç ve idrak versin” dedimse de, seni uykularımda bile, sevmeye devam ettim.
Din, iman, ibadet adına sömürüldüğün,
cehennem adına korkutulduğun zaman, cehâletine kızdım, sendeki korkunun kimleri
dünyalıklı
yaptığını kavrayamayışına veya göz yumuşuna darıldımsa da, aşkım
eksilmedi.
Maddî veya idarî gücüne dayanıp sana
eziyet, hattâ zulüm edenlere duyduğun çaresiz öfkeni, bir küfür veya bedduada
eritip rızâ göstermen beni üzdü, yine de sevdim.
Seni hırsları ile gülünç duruma
düşürdüklerinde de, şarlatanlıklarıyla aptal yerine koyduklarında da, Ferhat’çasına
sevmeyi sürdürdüm. Aynı insanla iki
kere, bir de başkasıyla üçüncü kez evlendiğinde, şaşkınlık da, sersemlik de
denebilecek bu yanlışını görmek/bilmek, benim dengemi sarstı, az daha, ağır bir
bunalıma gireyazdım; abeslerine rağmen, seni Mecnuncasına sevmekten
usanmadım.
Emperyalizm, senin atalar bilgisinden ve
düşüncesinden uzaklaşıp, ifrat ve tefritle boğuşmanı planlamıştı, ısrarla
uyguladı: Kızın veya oğlun senden farklı, torunun ise, çok farklı olduklarını sana
yaşattıkları zaman, onların köksüzlüklerine tahammülünü ve sabrını sevdim. ‘Yoksulluk tanımasınlar!’ diyerek, yemeyip içmeyip
çocuklarına, torunlarına yedirdin, giydirdin. Onların, bencilliklerle,
biyolojik ve psikolojik hastalıklarla iç içe yaşadıklarını görüp, bir açıklama bulamadığın
durumlardaki şefkat, muhabbet, sâfiyet ve samimiyetini sevdim.
Sen de biliyorsun: Bendeki sevginin
mayası, ruh sadakati ve samimiyettir. Kutsal bildiklerin aşkına beni şu üç
silahtan biriyle katletme: Ruh sadakatsizliği, samimiyetsizlik ve nankörlük… Şefkat,
merhamet ve ruh sadakatimin mayası, yaşama arzumun taşıyıcı hücresi olan sevgimi, bu silahlardan biriyle öldürme
ne olur! Seni kıskanmama, korumama ve sevmeme karşı çıkma, ne olur!
Seni, çaresiz; yoksul; seni, arkasız, mazlum
ve makhur; seni, hukuksuzluğa razı olmaya mahkûm
anlarında gördüğümde ise, kendimi şöyle deyip avuttum:
İki kanadı kırık bir kartal uçamaz,
avlanamaz… Avcının, tuzağına düşen aslanın --erkek veya dişi— pençeleri kızgın
demirle dağlanmışsa, kafeslenmişse, sevgilisine de, sevdiği yerlere de, özgürlüğe
de, sadece rüyalarında ulaşacak, lâkin bedeni, kibirli bir zâlimin emrinde
olacak… Çaresizlikten ve aczinden mutlaka kurtulacağına olan inanç ve umudunu koruması şartıyla, en büyük hekim olan zamanın geçmesi ve bedenen
ruhen iyileşmesi için, sabredecek; zaman, şimdiki çaresize dostluk elini
uzattığında da, özgüven duygusuyla, eli yakalayacak... Sonrasını bekleyip
görelim: Yaralı kartalı ve zincirli aslanı küçümseyenler, kibirliler, gafiller,
hâinler, bakalım yarın ne yapacaklar?
Bilirim ki, seni çok üzen, vatan
konusundaki duyarsızlık; vatanı paylaştıklarının vatansever olmayışı… Senin
ataların, vatanı ana bellemiş, uğrunda
ölmeyi cennet / uçmak saymış insanlar idi. Onlar, tarihin ve toprağın ruhuyla
bütünleştiler. Vatan, ataların kutsal emaneti: Parçalatılmayacak. Sen
vatanseverliğin gereğini yapmayanlara, gafillere olan kızgınlığını, boğazında
düğümlenenleri bir gün söze taşıyıp şöyle haykırmak niyetindesin: Vatan ve millet için üretilen çözümler, çâreler, benim
aklıma ve gönlüme göre değil…
Şu hikmeti bilirsin: Bölünmediğimiz, ayrışmadığımız,
fitne ve nifakı önleyebildiğimiz sürece, sevmek bir nimet, huzur
bir ödül, bütünlük bir hayırlı netice
olacaktır… Allah’ın elçisinin “birbirinizi
sevmedikçe iman etmiş olmazsınız.”
hükmündeki hikmetin ilhamı ile tekrar edeyim ki, ben, seni seviyorum,
seveceğim… Dinimizden olmayan bir yüce bilgenin, Halil Cibran’ın, elli yıla
yakın bir zamandır ezberimdeki şu sözünü çığlığımın parçalarından sayar mısın?
“Bana kulak verirsen,
sözlerde eriyen sesimi duyabilirsin; söyleyebildiklerimin içinden,
söyleyemediklerimi de duymayı becereceksen, bana kulak ver…”
Beni şefkatsiz, merhametsiz, adaletsiz,
samimiyetsiz ve akılsız bırakmadığı için, Allah’ımıza hamdediyor, şükrediyorum…
Bencilliğin ve tatminsizliğin egemen
olduğu dünyamızda,
Allah’ım bana ve sana, kalb-i selîm,
akl-ı selîm ve hiss-i selîm versin; imanı kirlilerden, ayrışmacı münafıklardan, hâinlerden emin
eylesin…
Hırs, haset ve kibir sahiplerinin saldırılarını
da, sabrıyla ve özgüveniyle etkisizleştirdiği yalnızlığı da, ‘onun bir zaafını yakalamışlar’ diyebildiğim Brutüslükleri
de tadagelmiş bir insan olarak fısıldayayım: Senin liyâkatini bir kenara
bıraktırıp benim duygu, düşünce ve hayalimi, senin sevginle bezediği için de,
ALLAH’a hamdedip şükrediyorum…
Seni, bencileyin seven milyonlarca kişi
umutla çığlık atıyor… Duyuyor musun?
* Bu metin, değerli romancı D. Kuveloğlu’nun ilettiği Joseph Stiglitz adlı
bilge bilginin Ben Kapitalizm başlıklı yazının etkilerinin sonucudur (2-13 Aralık
2015).
Sadık Kemal TURAL
Sadık Kemal TURAL
Dip not (MKA):
Hamakat: Ahmaklık; Zekası az gelişmiş olma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık.
Mahkur: Muhakkar; Hakir görülen. Hakarete uğramış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder