İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

14 Haziran 2016 Salı

MUHKEM ve MÜTEŞABİH

 

Dipnot: 3/7*: Ayetler. Bak: 11/1; 24/1; 38/29; 41/3; 45/9. 1

3/7**: Âlimler, Kendilerine İlim Verilenler, İlim Sahipleri (Bilgide Derinleşmiş Olanlar). Bak: 3/7; 3/18; 4/162; 17/107; 22/54; 26/197; 26/197; 29/43; 35/28; 39/9; 58/11. 2

*3/7: Kur'an, Muhkem ve Müteşabih. Çok Anlamlı Ayetler: Bilgi ve Dürüstlük Düzeyini Sınayan Noktalar. 3

**3/7: Allah katındaki kıyamet saatine ilişkin bilgi İnsanlara bildirilmiş midir? Hiç kimsenin bilmeyeceği iki konu ve Dünyanın sonunun 2280 yılında geleceğine dair Kuran'ın öngörüsü nedir? Bak: 31/34; 3/7; 34/3; 15/87; 20/15; 72/26-27. 3

KUR'AN VE ANLAM... 5

A. MUHKEM VE MÜTEŞABİH NE DEMEKTİR?. 5

B. KUR'AN'IN TAMAMINDA MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH.. 7

C. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH AYETLERİ 'GEREĞİNCE OKUMA'YI NASIL YAPACAĞIZ DA KUR'AN'I ANLAYIP YAŞAYACAĞIZ?. 9

D. İTHAF, ÇAĞRI, DUA 


Kur'an'ın Nitelikleri: 3/7.


Y.N. Öztürk
Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.


M. Esed
İlahi kelamın özü olan açık ve kesin hükümlü mesajlar ile müteşabihleri kapsayan bu ilahi kelamı sana bahşeden O'dur. Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, sırf kafaları karıştır(acak şeyler bul)mak için ve ona (keyfi) anlamlar yüklemek amacıyla ilahi kelamın müteşabih olarak ifade edilen kısmına uyarlar; oysa Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilemez. Bu yüzden bilgide derinleşenler şöyle derler: "Biz ona inanırız: (ilahi kelamın) tümü Rabbimizdendir; derin kavrayış sahipleri dışında kimse bundan ders almasa da."

Dipnot: 3/7*: Ayetler. Bak: 11/1; 24/1; 38/29; 41/3; 45/9.



 3/7*: AYETLER:

 Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.' derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez. 3/7.
 Elif, Lâm, Râ. Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir. 11/1.
 Bir suredir, indirdik onu; farz kıldık onu... Ve içinde açık seçik ayetler indirdik ki, düşünüp ders alabilesiniz. 24/1.
 Kutsal/bereketli bir Kitap bu; sana indirdik ki onu, ayetlerini derin derin düşünsünler ve öğüt alabilsin temiz özlüler. 38/29.
 Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça bir Kur'an halinde ayrıntılı kılınmış bir kitaptır bu. 41/3.
 Ayetlerimizden bir şeyin bilgisine ulaşınca, alaya aldı onu. İşte onlar içindir horlayıp yere batıran bir azap. 45/9.

MKA.



3/7**: Âlimler, Kendilerine İlim Verilenler, İlim Sahipleri (Bilgide Derinleşmiş Olanlar). Bak: 3/7; 3/18; 4/162; 17/107; 22/54; 26/197; 26/197; 29/43; 35/28; 39/9; 58/11.



 3/7**: ÂLİMLER, KENDİLERİNE İLİM VERİLENLER, İLİM SAHİPLERİ (BİLGİDE DERİNLEŞMİŞ OLANLAR):

 Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.' derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez. 3/7.
 Allah, kendisinden başka tanrı olmadığına tanıktır. Meleklerle ilim sahipleri de adalet ölçüsüne sarılarak tanıklık etmişlerdir ki, o Azîz ve Hakîm olandan başka hiçbir ilah yoktur. 3/18.
 Ama onların ilimde derinleşmiş olanları ve müminler, sana indirilene de senden önce indirilene de inanırlar. Namazı kılıcıdırlar, zekâtı vericidirler, Allah'a ve âhiret gününe inanırlar. İşte bunlara yakında büyük bir ödül vereceğiz. 4/162.
 De ki: 'İster inanın ona, ister inanmayın. O, kendilerine daha önce ilim verilmiş olanlara okunduğunda, onlar, çeneleri üstü secdelere kapanıyorlar.' 17/107.
 Kendilerine ilim verilenler onun, senin Rabbinden bir hak olduğunu bilsinler, ona inansınlar da kalpleri ona saygı duysun diye böyle yapılmıştır. Şu bir gerçek ki Allah Hâdî'dir, iman edenleri dosdoğru yola mutlaka ulaştıracaktır. 22/54.
 Beni İsrail bilginlerinin de onu bilmesi bunlar için bir belirt i/ kanıt değil mi? 26/197.
 Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. 29/43.
 Aynı şekilde, insanlardan, hayvanlardan, davarlardan da çeşitli renklerde olanlar var. Kulları içinde Allah'tan ancak bilginler ürperir. Allah Azîz'dir, Gafûr'dur. 35/28.
 Böyle birisi; gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan, Rabbinin rahmetini uman biri gibi midir? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olur mu? Ancak gönül ve akıl sahipleri düşünüp ibret alır.' 39/9.
 Ey iman edenler! Size, 'Meclislerde yer açın!' dendiğinde, yer açın ki Allah da sizin için genişlik sağlasın. 'Kalkın!' dendiğinde de kalkın ki Allah, içinizden inananlarla kendilerine ilim verilmiş olanların derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. 58/11.

MKA.



*3/7: Kur'an, Muhkem ve Müteşabih. Çok Anlamlı Ayetler: Bilgi ve Dürüstlük Düzeyini Sınayan Noktalar.


 '3/7: Müteşabih, 'birbirine benzer' demektir (bak 2/118; 2/70; 4/157; 6/99; 6/141; 225). Müteşabih (mecazi veya benzer anlamlı) ayetlerden söz eden bu ayetin kendisinin de müteşabih olması ilginçtir. Müteşabihlere örnek olarak 2/106; 16/44; 17/46; 23/14; 41/44; 56/79 ayetlerine bakınız. 


Bu konudaki bir açıklama için Bak: 39/23. ayetin Dip notu.
 39/23: Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah'ın Zikri / Kur'an'ı karşısında yumuşar. Bu, Allah'ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini / dileyeni hidayete erdirir. Allah'ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur.
Tutarlı diye çevirdiğimiz kelimenin orijinali 'müteşabih' olup 'benzer, çok anlamlı' demektir (3/7). Ancak, tüm Kuran için kullanıldığında bu kelime birbirine benzer, yani tutarlı ayetler anlamına gelir.
Kuran'da bazı ayetler çok anlamlıdır (müteşabih) ve Kuran tüm ayetleri birbiriyle tutarlıdır (müteşabih). Müteşabih kelimesinin kendisinin de müteşabih olması ilginç bir güzellik katıyor.
39/23: Kuran'ın nasıl ikişerli (mesani) bir kitap olduğunu siz araştırıp inceleyiniz.



**3/7: Allah katındaki kıyamet saatine ilişkin bilgi İnsanlara bildirilmiş midir? Hiç kimsenin bilmeyeceği iki konu ve Dünyanın sonunun 2280 yılında geleceğine dair Kuran'ın öngörüsü nedir? Bak: 31/34; 3/7; 34/3; 15/87; 20/15; 72/26-27.


 * 31/34: Bu ayette, hiç kimsenin bilmeyeceği iki konulardan söz edilir. Oysa geleneksel öğretiler, bu ayeti yanlış yorumlayarak beş bilginin Allah'a ait olduğunu ve Tanrı'nın bunları kimseye bildirmeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Bak 31/34; 3/7; 34/3; 15/87; 20/15; 72/26-27

 31/34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Alîm'dir, Habîr'dir.

 *31/34 ayetinde 'muhkem' (açık / kesin) olarak hiç kimsenin bilmeyeceği bildirilen iki konu, 'Hiçbir benliğin yarın ne kazanacağını ve hiçbir kimsenin hangi yerde öleceğini bilmediğidir'. 

Ayette, ayrıca 'yağmuru Allah'ın yağdırdığı ve rahimlerde olanı da bildiği' bildirilmektedir ki bu sözden, Allah'tan başkasının bunları bilmeyeceği ve yapamayacağı anlamı çıkmaz. Nitekim Allah'ın dilemesiyle, bir kısım insanlar, teknoloji (teknik bilgiler) kullanarak, örneğin 'yağmur bombaları' ile yağmur yağdırabilmekte ve 'ultrason cihazları' ile ana rahminde olanı da bilebilmektedir.
Ayette bildirilen son konu, 'kıyamet saatine ilişkin bilginin Allah katında' olduğudur. Allah katındaki bilgiler 'gayb' âleminin bilgileri olup ve bu tür gayb bilgilerinden Allah'ın diledikleri, müteşabih ayetler olarak Kur'an'ın bütüncül mesajı içinde insanlara ulaşır. Bak:3/7.
 3/7: 'Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; onlar Kitap'ın anasıdır. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.' derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.'

 Bu sebep ve bağlamda ben ve benim gibi birçok mümin,' O kıyamet saatine ilişkin bilginin Allah katında' olduğuna inanır ve bununla yetinir, Kıyamet Saatinin kesin zamanını bilmeye 'ilmimiz' yetmediğinden 'Allah'ım ilmimizi arttır' niyazı ile onun 'tevilini' yapmaz ve 'müteşâbih kısmının ardına' düşmeyiz.

 Sonuçta kıyamet saatinin zamanına değil ama kıyametin Allah'ın dilediği ve bildiği zamanda mutlaka kopacağına 'iman' eder, öyle inanırız. Bak: 34/3.
 34/3: Küfre sapanlar şöyle dediler: 'Kıyamet saati bize gelmez!' De ki: 'Hayır, öyle değil! Gaybı bilen Rabbime yemin olsun ki, o size mutlaka ve mutlaka gelecektir! Göklerde ve yerde zerre miktarı bir şey bile Rabbimden gizli kalmaz.' Zerreden daha küçük veya daha büyük hiçbir istisna olmamak üzere, her şey apaçık bir Kitap'ta belirlenmiştir

 Müteşabih bir konuda tevilini yapacak düzeyde 'ilim' sahibi olanlar, Allah rızasını kazanmak için o konunun 'tevilini' elbette yapabilirler / yapmalıdırlar ve diğer insanlara da duyurabilirler/ duyulmalıdırlar. Çünkü İşitip, görüp, bilip, inandıkları 'Allah mesajını', müminler, iman ettikleri (kendi akıl ve gönlünün onayladığı) şekilde ifade ederek, paylaşmazlarsa, 'münafık/ ikiyüzlü' kişiler olarak, imanlarını şirke bulaştırmış; Allah'a eş koşmuş olurlar.

Sonuçta bu tür tevillerden diğer insanların alacakları 'nasip' ve aldıkları yolda varacakları hidayet, kişisel anlama / bilme istek, gayret ve çabasına, dilemesine bağlı olarak Allah'ın dilemesinde ve tekelindedir.

 Edip Yüksel'in var olan ilmiyle görüp, bilip, iman ettiği 'Kur'an'ın matematik mucizesi' delilliğinde yaptığı tevillerin hepsi gibi bu aşağıdaki tevili / yorumu da, 'Allah'tan başka hadi yoktur' bilinç ve inancı çerçevesinin içinde ve bağlamında değerlendirilmelidir.

M. Kemal Adal.



 15/87: Allah katındaki kıyamet saatine ilişkin bilgi İnsanlara bildirilmiş midir? Dünyanın sonunun 2280 yılında geleceğine dair Kuran'ın öngörüsü nedir? Bak: 15/87; 20/15; 72/26-27.
 15/87: 'Yemin olsun ki, biz sana ikişerlerden / ikililerden / iç içe kıvrımlar halindeki çift mânalılardan yedi taneyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik.'

*15/87: Ayet anlamı ile ilgili olarak, Kur'an'da mevcut Sure başlarında, 14 (7×2) ayrı harf kombinezonları olup onların sayısal (ebced) değerlerinin toplamı Muhammed peygamberin izleyicilerine verilmiş olan 1709 kameri yılı verir. Hicri 1710 (miladi 2280) tarihinin dünyanın sonu olduğuna dair ilginç işaretler içerir Kuran. Kuşkusuz, Allah daha iyi bilir.
 20/15: 'Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizleyeceğim ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin.' 

 *20/15: Dünyanın sonunun 2280 yılında geleceğine dair Kuran'ın öngörüsü için bak: 15/85-88; 20/15; 72/26-27.

 15/85-88: 'Biz gökleri, yeri ve bunların arasındakileri hak olarak yarattık. O saat elbette gelecektir. Şimdi sen, uzanan elleri tut, güzel davran. + Kuşkusuz senin Rabbin, evet o, Hallâk'tır, hiç durmadan yaratır; en iyi şekilde bilir. + Yemin olsun ki, biz sana ikişerlerden / ikililerden / iç içe kıvrımlar halindeki çift mânalılardan yedi taneyi ve şu büyük Kur'an'ı verdik. + Sakın, onlardan bazı çiftlere verdiğimiz nimet ve zevklere gözlerini dikme. Onlar için tasalanma da. Müminler için kanadını indir sen!' 

 15/87. Ayet anlamı ile ilgili olarak, Kur'an'daki Sure başlarında, 14 (7×2) ayrı harf kombinezonları olup onların sayısal (ebced) değerlerinin toplamı Muhammed peygamberin izleyicilerine verilmiş olan 1709 kameri yılı verir. Hicri 1710 (miladi 2280) tarihinin dünyanın sonu olduğuna dair ilginç işaretler içerir Kuran. Kuşkusuz, Allah daha iyi bilir.

 20/15: 'Kuşku duyma ki o saat gelecektir. Onu neredeyse gizleyeceğim ki, her benlik gayretinin karşılığını elde etsin.' 

 Dünyanın sonu, son mesaj olan Kuran'da bildirilmiştir (15/87).

 72/26-27: 'Gaybı bilendir O. Gaybı konusunda hiç kimseyi yardımcı yapmıyor. + Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür.'

Edip Yüksel - MESAJ Kuran Çevirisi Dipnotlarından Alıntılanmıştır.



KUR'AN VE ANLAM



A. MUHKEM VE MÜTEŞABİH NE DEMEKTİR?


 1. MUHKEM


Sözlükte 'sağlam, esaslı ve dayanıklı' anlamına gelen MUHKEM, terim olarak: Manası kolaylıkla anlaşılan, harici bir yoruma ihtiyaç göstermeyen ve tek anlamı olan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılan, manası açık ve net olan, niteliği ve içeriği (seçikliği ve açıklığı) belli olan Kur'an'ın sarih lafızlarına ve ayetlerine denir.

Fıkıh usulü ilminde muhkem; manası / hükme delaleti açık olan lafızdır. Bu lafzın, tevil, tahsis ve neshe ihtimali yoktur. Yani manası açıktır, hüküm vermeye kılavuzluk, aracılık yapan söz, söylem, ifadedir. Muhkem olan bu söz, söylem ve ifadenin, tevil (görünür anlamından başka bir anlamda manalandırılma, yorumlama), tahsis (bir kimseye veya bir yere ayrılma) ve neshe (kaldırılma, hükümsüz bırakılma) ihtimali yoktur. 


 2. MÜTEŞÂBİH


Sözlükte 'benzeyen' anlamına gelen MÜTEŞÂBİH, terim olarak: Manası kolaylıkla anlaşılmayan, birçok manaya ihtimali olup bunlardan birini tayin edebilmek için haricî bir delile ihtiyaç duyulan, ne anlama geldiği, ne anlatmak istediği ilk bakışta anlaşılmayan, manası açık ve net olmayan, niteliği (seçikliği) belli olsa da içeriği (açıklığı) belli olmayan, şaban ayında değil de ramazan ayında oruç tutulması gibi manası akılla kavranamayan lafızlara ve ayetlere denir. 


Fıkıh usulü ilminde Müteşâbih ise; manası / hükme delaleti kapalı olan, ne anlama geldiği ancak Allah tarafından bilinebilen lafızdır. Yani manası kapalıdır, hüküm vermeye kılavuzluk, aracılık yapmayan söz, söylem ve ifadedir. Ne anlama geldiği ancak Allah tarafından bilinebilen söz, söylem ve ifadedir.


MELEK, CİN, ŞEYTAN, AHİRET HAYATI, CENNET TASVİRLERİ, CENNETTEKİ YAŞAM, HURİ, GILMAN, CEHENNEM TASVİRLERİ, CEHENNEM ATEŞİ, KUR'AN'DA ANLATILAN MUCİZELER VS. GAYBİ KONULAR,  İÇYÜZÜ / GERÇEĞİ İTİBARİYLE MÜTEŞABİHTİR.

BUNLARIN MAHİYETİ TAM OLARAK BİLİNİP KAVRANILMASA DA ZAHİRİNE İNANILIR, İSPATI İLE UĞRAŞILMAZ.

BUNLAR, AMEL (İŞ YAPIP DEĞER ÜRETME) VE BİLİMİN KONUSU DA DEĞİLDİR. SADECE İMAN KONUSUDUR.


 a) Algılayış bakımından Müteşâbih


İslâm âlimleri müteşâbih ayetlerin tarifi mevzuunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bir kısmı müteşâbihi, 'manası gizli ve yoruma muhtaç olan, tevile gidilmeden anlaşılmayan, işaret ettiği mananın ne olduğu hususunda tercih edebilecek açık bir anlamı olmadığı gibi ayrıca bir izaha muhtaç olan ayetler' olarak tarif etmişlerdir.

Âlimlerin ekserisi de, 'müteşâbih ayetlerin ilk bakışta bir manası olduğunu, fakat onların yorumlarının-tevillerinin hangisinin en doğru olduğunu ancak Allah'ın bilebileceğini, insanın bu bilgiye sahip olmadığını' söylemişlerdir.

Bunlar Selefiye Ekolü'ne mensup âlimlerdir ki, 'müteşâbih ayetleri olduğu gibi kabul edip teşbih (benzetme) ve tecsime (cisimlendirmeye) düşmemekle birlikte, tevile de gidilmemesi gerektiğine 'inanırlar. 'Biz müteşâbih ayetlerin zâhirine inanır, bâtınını tasdik ederiz; iç yüzünün anlaşılmasını ise Allah'a havale ederiz. Zira biz onu bilmekle mükellef değiliz. Zaten bu husus (iç yüzünün / gerçeğinin kavranması) imanın (kalbin tasdiklemesi, onaylamasının) şartı ve hükümlerinden biri de değildir' derler.

Müteşâbih ayetlerle onların yorumları ve onlardaki mananın asıl mahiyetini ortaya çıkarmak için gayret sarf eden âlimlere gelince :

Bunlar 'Halef Ekolü'nü meydana getirmişlerdir ki, onlar da: 'Kur'an, sırlar ve muammalar ihtiva eden kapalı ve muğlâk bir kitap değildir. Hem Kur'an kendisinin apaçık bir dille indirildiğini, ayetlerinin tutarlı bir şekilde açıklandığını, onu dinleyenin düşünmesi, aklını kullanması, hükümler çıkartması ve ihtilaflarını onunla çözmesi gerektiğini ve bunun için indirildiğini kesin olarak ifade etmektedir, hem de, Kur'an düşünüp anlaşılmak için gönderildiğine göre düşünmek, manasını anlamak demektir. O bakımdan Allah Teâlâ’nın Kur'an'da manası anlaşılmayan bir şeyle hitapta bulunması uzak bir ihtimaldir.' demektedirler.



 b) Müteşâbih genel olarak üç kısımdır: 

(1) Lafızda olur.

Bu da ya tek kelimede veya cümlede olur.

Kelimenin müteşâbih olması; kelimenin ilk anda anlaşılması zor olmasından kaynaklanır. Veya kelimenin çok anlamlı olmasından kaynaklanır.

Cümlenin müteşâbih olması ise, sözün muhtasar (kısaltılmış) olmasından kaynaklanır. Veya sözün dizilişinden kaynaklanır.


(2) Manada olur.

Allah'ın eli (Fetih, 48 / 10), yüzü (Kasas, 28 / 88), gözü (Taha, 20 / 39) gibi sıfatların ve 'elif lam mim' gibi kesik harflerin anlamlarının kapalı olması gibi. 


(3) Hem lafız hem manada olur.

'Müşrikleri öldürün' (Tevbe, 9 / 5) ayetinde olduğu gibi emrin genel veya özel olup olmayışı veya 'evlenin' (Nisâ, 4 / 3) ayetinde olduğu gibi emrin vücup (vacip olma, farza yakın ) veya nedb (kesin olmayan istek, teşvik edilmekle birlikte yapılmamasında sakınca olmayan) ifade edip etmemesi gibi.


 3. ANLAMINA VAKIF OLUP OLMAMA BAKIMINDA MÜTEŞÂBİH

Rağıb el-İsfehânî, anlamına vakıf olup olmama bakımında müteşâbih âyetleri üç kısma ayırmıştır.
 a) Kıyametin ne zaman kopacağı gibi ancak Allah'ın bilebileceği müteşâbihler,
 b) Garip kelimeler gibi anlamı ancak bir araştırma ve inceleme sonucunda bilinebilen müteşâbihler,
 c) İlimde derinleşenlerin bilebileceği müteşâbihler.


B. KUR'AN'IN TAMAMINDA MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH

 1. Sağlamlığı, nazmının güzelliği, şek, şüphe ve kusurunun olmayışı, lafzı ve anlamında bir zayıflığın olmayışı itibariyle Kur'an'ın tamamı muhkemdir:

 'Elif, Lâm, Râ. Hakîm ve Habîr olandan bir kitaptır ki bu, ayetleri önce muhkem kılınmış, sonra ayrıntılı hale getirilmiştir.' (11 / 1).

Bu sebeple, Kur'an herkes tarafından kolaylıkla anlaşılır ve 'Kur'an yeter.'


 2. Ayetleri, güzel, beliğ, doğru, adil, vecîz ve mucize olma bakımından Kur'an'ın tamamı müteşâbihtir:

 'Allah, sözün en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili manalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah'ın Zikri / Kur'an'ı karşısında yumuşar. Bu, Allah'ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini / dileyeni hidayete erdirir. Allah'ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur' (39 / 23). 


Bu sebeple, Kur'an'ın tamamı, 'TEFEKKÜR, AKILINI VE GÖNLÜNÜ ÇALIŞTIRMA SONUCUNDA NE ANLIYORSAN' ODUR Kİ, İŞTE BU DA ALLAH'IN KILAVUZLAMASIDIR. Bunun içindir ki Hidayete erdiren Hâdi (Doğru yola ulaştıran) sadece ve yalnız Allah'tır ve 'Kur'an yeter.'

TAM BU NOKTADA, BİR BAŞKA BİLENİN (İLİMDE DERİNLEŞTİRİLMİŞ OLANIN) İZAH VE AÇIKLAMASINA MÜRACAAT, GÖZÜ KAPALI OLARAK O KİŞİNİN ARDINDAN GİTMEK İÇİN DEĞİL AMA O İZAHI 'KİŞİSEL DEĞERLENDİRME TERAZİSİNDE' TARTARAK, İCABINDA, KENDİ AKLININ VE GÖNLÜNÜN TEVİLİNİ YAPABİLMEK İÇİN GEREKLİDİR. 

 3. Anlamının açıklığı ve kapalılığı bakımından ayetlerin bir kısmı muhkem bir kısmı da müteşâbihtir:

 'Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ( sağlam, açık ve kesin hükümlü mesajlar) ki; onlar Kitap'ın anasıdır (özüdür / temelidir). Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar (Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar), fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için /ona (keyfi) anlamlar yüklemek amacıyla, Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini (görünür anlamından başka bir anlamda kabul etmeyi, varacağı yeri, mutlak manasını) ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.' derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.' (3 / 7)


ALİ İMRAN SURESİNİN BU AYETİNDE MUHKEM AYETLERİN, KUR'AN'IN ANASI (TEMELİ, ESASI) OLDUĞU, KALPLERİNDE SAPMA BULUNANLARIN, FİTNE ÇIKARMAK VE TEVİLİNİ YAPMAK İÇİN MÜTEŞÂBİHE UYDUKLARI, MÜTEŞÂBİHLERİN TEVİLİNİ ANCAK ALLAH'IN BİLDİĞİ, İLİMDE DERİNLEŞENLERİN, 'BUNLARIN HEPSİNİN ALLAH'TAN OLDUĞUNA ÎMAN EDERİZ' DEDİKLERİ BİLDİRİLMİŞTİR.
İlimde derinleşenlerin de müteşabih ayetlerin tevilini bilebileceğini söyleyenler olmuşsa da İslâm bilginlerinin çoğunluğu bu ayete dayanarak müteşâbihi ancak Allah'ın bilebileceğinde ittifak etmişlerdir.

 4. Hangi âyetler muhkem, hangi âyetler müteşâbihtir? 

Bu husus Kur'an'da belirtilmemiştir.
Bu sebeple ayetin muhkem veya müteşâbih olup olmadığı, ayeti 'gereğince okuyan' ların, ayetten bizatihi kendi akıl ve gönlüyle algılayıp anladığına göre değişir.
Kişilerin ilim ve bilgilerine göre de değişir.
Her kişi kendi samimi algı ve anlayışı ile aklının ve gönlünün idrakinden ve kalbinin tasdikinden sorumludur. Bu sorumluluk başkasına devredilemediği gibi, isteseler bile bir başkası tarafından da yüklenilemez.

İbn Abbas, İkrime ve Katade gibi Kur'an yorumcuları :
a) Ayetlerin, iman edilip amel edilenleri muhkemdir
b) Sadece iman edilen, ancak amel edilme imkânı (melek, cin, şeytan, ahiret alemi, Gayb konuları vs. gibi) olmayanları ise müteşabihtir

Demişlerdir (İtkan, I/640).
c) Bu görüş, 'ilimde derinleşenler, müteşâbihe iman ederiz derler.' ( 3/7) ayeti ile uyuşmaktadır.
d) Peygamberimiz (a.s.) de sadece müteşâbihe tabi olanlara uymaktan sakınılmasını emretmiştir (Buharî,VI, 42).


C. MUHKEM VE MÜTEŞÂBİH AYETLERİ 'GEREĞİNCE OKUMA'YI NASIL YAPACAĞIZ DA KUR'AN'I ANLAYIP YAŞAYACAĞIZ?

Samimi bir inanan (mümin) olarak, Kur'an'ı okuduğumuzda, Allah'ın verdiği aklımızla, bizim için, MUHKEM AYETLERDEN ANLADIĞIMIZ NE İSE ONLARA UYARAK AMEL EDİP (İŞ VE DEĞER ÜRETİP, İBADET EDİP) ; MÜTEŞABİH OLARAK DEĞERLENDİRDİĞİMİZ AYETLERE İSE 'ALLAH KATINDAN OLDUĞUNA' İMAN ETMEMİZ, Allah'ın rızasını kazanacak şekilde KUR'AN'I YAŞAMAMIZ İÇİN DE YETERLİ OLACAKTIR.

Zira:


 1. Ayetlerin, iman edilip amel edilenleri muhkemdir. Kitabın anası (özü / temeli) muhkem ayetlerdir. Onların peşinden gidilmesinde bir sorun yoktur.

 2. Sadece iman edilen, ancak amel edilme imkânı (melek, cin, şeytan, ahiret alemi, Gayb konuları vs. gibi) olmayan ayetler, müteşabihtir. Kendisiyle amel edilmeyeceği / iş üretilmeyeceğinden, onların içyüzünü / mahiyetindeki gerçeği tam olarak kavrayamamak ve tevil de etmemek, onların da Allah katından olduğuna iman edilmesi halinde, uygulamada / pratikte bir mahzur teşkil etmeyecektir.

Ancak,' kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar (Kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar), fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için /ona (keyfi) anlamlar yüklemek amacıyla, Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini (görünür anlamından başka bir anlamda kabul etmeyi, varacağı yeri, mutlak manasını) ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, 'Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır.' derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez.' (3 / 7) .

Bu sebepledir ki:


 3. Sadece müteşâbihe tabi olana uymaktan ve sadece müteşâbihe tabi olanlardan sakınılmalıdır.

İslam dinini eleştiren Kur'an düşmanlarının eleştirilerine bir dikkat edin. Bunların çoğu, sadece Müteşabih ayetleri, kendi keyiflerince tevil eden ve bunlarla hükme varan, muhkem ayetleri önemsemeyen, işlerini (amelleri) de müteşâbihe getirdikleri kendi keyfi tevillerine, yorumlarına uyarak yapan kişilerdir.
Oysaki, Müminler olarak bizatihi kendimiz, Müteşabih olan ayetleri de aynı muhkem ayetler gibi okuyup inceleyip tefekkür edip, sonuçta ne akledip anlıyorsak, içinde bulunduğumuz o zaman ve mekânda, o anladığımızla ve işlerimizi (amellerimizi) de muhkem olana göre yaparak 'Kur'an'ın tamamının ardına düşmemiz gereklidir ve bulunduğumuz o durum ve koşulda, bizim için o yeterlidir.

 4. Mevlana'nın, 'Okuyan aklı miktarınca anlar' anlar diye ifade ettiği, İnsan kitabı ayetlerindeki bu 'gerçek', Sünnetullah (Allah'ın yol ve yasası) 'ın İnsanda işleyiş ( zuhuru / tecellisi) inden başka bir şey değildir.


Bilmeliyiz ki:

''KUR'AN'IN BÜTÜNÜNÜ BİLMEDEN BİR KISMINI, BİR AYETİNİ İHMAL EDEREK DE DİĞER AYETLERİNİ DOĞRU ANLAYAMAYIZ.''

Ve

''KUR'AN'A NİSPET ETTİĞİMİZ SINIRLI ANLAYIŞIMIZ VEYA KUR'AN'DAN ANLADIĞIMIZ, KUR'AN'IN MUTLAK MANASI VE HÜKMÜ OLARAK GÖSTERİLEMEZ.''


Ve biz Kur'an'ı okuduğumuzda ve Kur'an'ı yaşamımızda uyguladığımızda, Allah'ın verdiği aklımızla, bizim için, muhkem ayetlerden anladığımız ne ise onlara uyarak amel edip (iş ve değer üretip, ibadet edip) ; müteşabih olarak değerlendirdiğimiz ayetlere ise sadece, Allah katından olduğuna iman etmekten sorumluyuz.

Bu böyledir. Çünkü: 

 Hiç bir benlik yaratılış kapasitesi dışında bir şeyle yükümlü tutulamaz.(2 / 233);
 Allah hiç bir benliğe, yaratılış kapasitesinin üstünde bir yük yüklemez / teklifte bulunmaz. (2 / 286);
 Hiç kimseye yaratılış kapasitesinin üstünde yükümlülük getirmiyoruz. (6 / 151 - 153);
 -ki biz, her benliğe ancak yaratılış kapasitesi ölçüsünde görev yükleriz- (7 / 42);
 Biz hiçbir benliğe yaratılış kapasitesinin üstünde görev yüklemeyiz. (23 / 57 -62):
 Allah hiçbir benliği, kendisine verdiği şey dışında yükümlü tutmaz. (65 / 7).

Bu böyledir. Çünkü: 

İnanalım veya inanmayalım hiç fark etmez, HEPİMİZ, SÜNNETULLAH ODUR Kİ: ALLAH'IN VERDİĞİYLE (AKIL), İNDİRDİĞİ (KUR'AN) VE İNDİRDİĞİNDE GÖSTERDİKLERİYLE (KÂİNAT VE İNSAN KİTABI AYETLERİ) HÜKMEDER / KARAR VERİR VE AMEL EYLERİZ / İŞ YAPARIZ.

MÜMİN VE MÜSLİM OLUP OLMADIĞIMIZI BELİRLEYİP AYIT EDEN ŞEY, SADECE HÜKMÜMÜZDE / KARAR VERMEMİZDE BELİRLEYİCİ OLAN İNANCIMIZ / İMANIMIZ İLE AMELLERİMİZDEKİ / İBADETLERİMİZDEKİ FARKLILIKLARIMIZDIR.

 5. Aslında Kur'an'ın zahirini gereğince 'oku'mak, batınını tevildir.

Ve TAHKİKİ İMANDA (KENDİ İNANCINI SORGULAYIP, İMANINI OLUŞTURMADA, ŞUURLU / BİLİNÇLİ İMAN SAHİBİ OLMADA) HER MÜMİN KENDİNE MÜÇTEHİTTİR (Bir konuda ayet ve hadislere dayanarak yargıya varan, karar veren din düşünürüdür.)

İÇTİHADI (GÖRÜŞ, ÖZEL GÖRÜŞ, ANLAYIŞ, KAVRAYIŞI) DA SADECE KENDİNİ BAĞLAR.
Bu durumda, Vahiy kitabı olan Kur'an ayetleri gibi, Kur'an'ın kılavuzluğundan ve ışığından yararlanarak değerlendirdiğimiz, Kâinat Kitabı ile İnsan Kitabının ayetlerini de okurken, aklımıza ve ilmimize göre muhkem olan ayetlerle iş görüp değer üretecek, müteşabih olanın da Allah katından olduğunu bilerek, iman etmekle yetineceğiz.
Ve (Kâinat ve İnsan kitabının Bilim konusu olan müteşabihlerinin, o bilimin uzmanlarınca tevil edilebileceğini de bilerek) İLİMDE DE BİLİMDE DE, 'RABBİM İLMİMİZİ ARTTIR' DUASIYLA, ALLAH İÇİN İŞ YAPIP DEĞER ÜRETMEDE, HAKK İÇİN KENDİMİZE VE TOPLUMA YARARLI / İYİ / GÜZEL İŞ YAPMADA, İLERLEMEK İÇİN ÇALIŞIP ÇABALAYACAĞIZ. HAYIRLARDA YARIŞACAĞIZ.

KUR'AN'I YAŞAMASI İÇİN MÜMİNİN YAPMASI GEREKEN BUDUR.

 6. Sadece müteşâbihe tabi olmak, toplumda Nifak (Geçimsizlik, anlaşmazlık, arabozuculuk), Fitne (Karışıklık, kargaşa) ve Fesat (Bozukluk:) sebebidir.


D. İTHAF, ÇAĞRI, DUA

 1. İthaf (!)

KENDİLERİNİ ATATÜRKÇÜ OLARAK NİTELENDİREN ve fakat Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarıyla bağdaşmayan bir anlayışla, kendi laiklik algılayışları içinde Dini ve Kur'an'ı insaf ve özen ölçülerine sığmayacak şekilde, kıyasıya red ve karalama amaçlı eleştiren ve Laiklik ve Din konusunda kendi görüşlerine Atatürk'ü siper yapıp, ATATÜRK İLE ALDATAN 'TİP' KİŞİLER VARDIR.

KENDİLERİNE HOCA DİYEN ve DİN ADAMI GÖRÜNEN, devamlı ve ısrarla Hz. Peygamber'den 'hadis' diye Kur'an'a uymayan hurafe / uydurma sözler nakleden ve bu uydurmalar ile keyfi olarak Kur'an' daki müteşâbihi tevil ederek betimlemeler (Tasarlama, bir şeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırma, tasvir) yapan, ALLAH İLE ALDATAN 'TİP' KİŞİLER DE VARDIR.

BU YAZI, müteşabih ayetlerin açıklamasında yaptıkları tevillerle, ' betimleme sonucu vardıkları hükümleri birbirine zıt ve fakat gayb (duygu organları ile veya hesap ile, tecrübe ile anlaşılmayan) ı taşlamada yöntemlerinin özü birbirinin aynı' olan BU İKİ 'TİP' KİŞİLERE İTHAF (!) EDİLEREK, özellikle ONLARIN TAKİPÇİLERİNİN DİKKAT, İNCELEME VE DEĞERLENDİRMESİNE SUNULMUŞTUR.

 2. Çağrı

Kendilerini Atatürkçü olarak nitelendiren bu bir kısım laik kişiler, özellikle ve ısrarla, kendilerine hoca diyen ve din adamı gözüken bazı kişilerin Hz. Peygamber'den 'hadis' diye naklettiği müteşâbihi tevil eden / açıklayan sözlerine bakarak, İçindeki döşekler, Huri ve Gılman'larla Kur'an' ayetleriyle tanımlanan müteşâbih Cenneti ve Cennet hayatını, bir 'Ker..ne' (haşa) gibi anlayıp ve öyle gibi tevil / manalandırma ile yorumlayıp açıklamaktadır.

Sonuçta bu keyfi, edepsiz, izansız, açıklamalarından hareketle, Din ve Kur'an hakkında, hiç alakasız bir başka 'hükme' varmaktalar.

Bu yapılan sadece müteşabih olan sözleri tevil etmektir ki, benzeri tüm yorumlar gibi batıldır, haktan / gerçekten uzaktır. Haktan / gerçekten bir şey ifade etmez ve geçersizdir.
Bu tür yorum ve açıklamaları, müteşâbih bir lafzı ve veya manayı, ister tek kelime, ister cümle, isterse bir kavram konusu olsun, tevilini kim yaparsa yapsın, samimi mütedeyyin bir Mümin ve Müslüman, Kur'an mesajının tamamında kendinin anladığına hiç uymayan ve muhkem olanla bağdaşmayan bu tür tevil, açıklama ve yorumlara uymaz, uyamaz ve uymamalıdır.

Samimi mütedeyyin bir Mümin ve Müslüman, Müteşabih Lafzın 'hadis' diye söylenen böyle bir tevilini de reddederek, Kur'an' daki müteşâbih lafzı da Allah katından bilerek, onun tevilini /manasını / anlamını da Allah'a havale etmeli ve kazanımlarını boşa çıkarmak istemiyorsa böyle kişilerin ardından da asla gitmemelidir.

Muhkemi göz ardı ederek, sadece müteşâbihe tabi olmak, toplumu provoke eder (kışkırtır) ve toplumda ve Dinde, Nifak (Geçimsizlik, anlaşmazlık, arabozuculuk), Fitne (Karışıklık, kargaşa) ve Fesat (Bozukluk) sebebidir. Toplumun ve Dinin ayrışmasına, bölünmesine, parçalanmasına neden olur.

İnsan anlayış ve uygulamalarının sonucunda, insanların kazanımlarının / kesbinin sorumlusu olarak Allah ve Kur'an gösterilemez, fatura Din'e çıkarılamaz.

 3. Dua

Allah, Müslüman kişi ve toplumları, sadece müteşâbihe tabi olmaktan ve tabi olanlara da uymaktan ve hayırsız, yararsız iş ve çabalardan, her tür şerden korusun, İnşallah.

M. Kemal Adal

KUR'AN ve İSLAM E KİTAP'TAN ALINTIDIR. MKA.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder