İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

8 Mayıs 2016 Pazar

ATATÜRK'ÜN ÇİLESİ



( GEÇMİŞ BİLİNMEDEN, GELECEK TASARLANAMAZ. –  M. Kemal ADAL)



Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL. (*)

ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK (**)


"Atatürk Cumhuriyet Türkiye'sinin bir simgesi olmuştur. Bunun içindir ki Atatürk'e yöneltilen saldırılar dolaylı olarak Cumhuriyet Türkiye'sine, onun temel ilkelerine karşıdır.

 Yeni Türk Devleti'nin kurucusunu yakışıksız kötülemelere karşı korumak amacını güden ''Atatürk Kanunu'' da esasında bir kişiyi değil Cumhuriyet Türkiye'sini esirgemek istemektedir. ATATÜRK İLE CUMHURİYET TÜRKİYESİ ARASINDAKİ ÖZDEŞLİK  devam ettiği sürece bu yalnız olağan değil zorunludur da. Çünkü bir yandan Cumhuriyet kök salıp bilinçlere yerleşirken bir yandan da eski dönemin özlemcileri bir karşı-devrim çizgisi üzerinde buluşmaktadırlar.
  
 Söz konusu ettiğimiz özdeşlik bazı sakıncaları da birlikte getirmektedir.

 Haklı olarak yakındığımız, bir aşırı uçtan ötekine herkesin ''Atatürkçü'' geçinmesi bu yüzdendir. Böylece, bir amaca ulaşmak için araç olarak kullanılan ''Biçimsel Atatürkçülük'' ortaya çıkmaktadır. 

Öte yandan, Atatürk'ün kişiliğine ve görüşlerine bir dokunulmazlık, bir ''tabu'' havası getirmeye çalışanlar Kemalizmi dar kalıplara hapsedip Atatürk'ü de bir ''evliya'' haline sokmaktadırlar.

 Öze inmeyen tek bir davranış ya da tümceden yola çıkan yorumlar o kadar değişik ve karşıt Atatürk'lere varmıştır ki ''Gerçek Atatürk''ü bulmak bir hayli güçleşmiştir. 

 Atatürk'ün yaşamı ve Türk Devrim Tarihi'nin taktik gereği izlediği doğrultular, onayalım ki, temele inmeyip yüzeyde dolaşanlara bazı ipuçları vermektedir.

Atatürk, kişiliği ve devrimleri ile bir bütündür.

 Doğrusunu söylemek gerekirse ayrı ayrı devrimler değil, birbirini tamamlayan tek bir ''devrim'' vardır. Koşulların, belli bir amaca ulaşmanın zorunlu kıldığı eylem ve düşünce ayarlamalarının dışında izlenen tek bir yön olmuştur.

 Atatürk bunu şu kelimelerle dile getirir: ''Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima Şark'tan Garb'e yürüdük.''

 Bu sözlerin de açıklıkla ortaya koyduğu gibi Atatürk Devrimi yüzyıllardır süre gelen bir oluşun, tarihle hesaplaşmanın kazandığı biçimdir, kesin bir ''durum alış''tır.

Uzak geçmişi bir yana bırakıp yaşadığımız günlere bakacak olursak Atatürk Devrimi konusunda ikili bir uyanışın belirginlik kazandığını görürüz. Bu ikili uyanış, olumsuz ve olumlu iki yüzü ile birlikte ortaya çıkmaktadır. Her ikisinin ortaklaşa yanı, zaman içindeki bir birikimin eylem alanına çıkacak kadar bilinçlenmiş ve güçlenmiş olmasıdır.

 Uyanışlardan ilki, Cumhuriyet ile başlayan ''tortu''ların çok partili hayatta biçim ve güç kazanarak ulaştığı Nurculuk aşamasıdır.

 Gerçek Müslümanlığa dönüş parolası arkasında Şeriata dayanan devleti, bağnazlığı ve Atatürk düşmanlığını savunan Nurculuk, iç ve dış desteklerle yığınlara kök salan bir akım olmuştur. 

 Saldırılarının baş hedefini ''deccal'' diye nitelendirdiği Atatürk ve Türk devrimi teşkil etmektedir. 

 . Bunlara göre ''Mustafa Kemal'' ve ''Atatürk'' birbirine karşıttırlar. Mustafa Kemal'e sığınarak Atatürk'ün kuyusunu kazmaktadırlar. Devrim konusunda ise parçalayıcı bir tutumla tasniflere girişmekte, ''tutmuş'', ''tutmamış'' gibi ayırımlar yapmaktadırlar.
Bu akımın yanı sıra ''yarı aydın''ların ve ''kötü politikacı''ların Atatürk'ün ve devrimin bütünlüğüne uzanan bölücü yorumlarını görmekteyiz
  
 İkinci uyanış, Atatürk'ü eserleri ve fikirleri ile tanıyan gençlikten gelmektedir. 

 Geniş bir açıdan bugünden düne doğru Atatürk'e baktıkları zaman ülkücü gözlerinde  Atatürk daha da yücelmekte, benzer koşullar içinde kesin davranışı ve büyük devlet adamı nitelikleri gençleri adeta büyülemektedir.

 Atatürk'ü yakından tanımak mutluluğuna erenler çoklukla jestlerinin ve fizik görünüşünün etkilerini kendi yaşantılarına katarak Atatürk'ü sevmenin kolay yolunu bulmuşlardı. 

Genç kuşaklar için Atatürk kaş, saç ve göz öğelerine değil, eylem ve düşünce özelliklerine bağlı bir özenme konusudur. Onun önderliğinde nereden nereye geldiğimizi, kendilerine beslediği güvene yaraşır bir sorumluluk anlayışıyla bilmektedirler. 

 Eserinin bilinçli bekçiliğini yapmaktadırlar.

1966 Türkiyesi Atatürk'ün çilesine yeni bir çizgi getirmiştir.

 Adalet yılını açış konuşmasını Nurculuğun tehlikelerine dikkati çektikten sonra Atatürk'ün "Bursa Nutku" ile bitirmesi Yargıtay Başkanı İmran Öktem'in üzerine yıldırımlar çekmiştir.

 Bazı gençlik kuruluşlarının "Bursa Nutku"nu yayması ise bir kovuşturmanın konusu olmuştur. 

 Bu vesile ile yargılanan gençler değil Atatürk'ün kendisi olmaktadır. 

 "Bornova Savcısı"na göre "Bursa Nutku'nun el yazısı ile yazılmış müsveddeleri veya fotokopisi bulunmadıkça" Atatürk'e ait olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

Bize kalırsa, bu konuda üzerinde durulması gereken Atatürk'ün yargılanması değil, bu yargılanmanın niçin 1966 yılına rastladığıdır.

 Bilindiği gibi "Bursa Nutku" yeni bir konu olmayıp 1949 yılından bu yana siyasa çatışmaları içinde zaman zaman ortaya çıkmıştır. 

 Atatürk'ün Bursa konuşmasının ana teması ise Cumhuriyet'e kasteden davranışlar karşısında gençliğin, ilgililerin işe el atmasını beklemeden olaya karışması, güç kullanarak Cumhuriyet'i savunmasıdır.

 "Bursa Nutku"nu sorguya çeken "savcı"nın 1966 yılını seçmiş olması sebepsiz olmasa gerektir. Gelecek yılların doruğundan geriye bakarak 1966 üzerinde durunca bu seçimin bir rastlantı ötesinde bağlandığı nedenleri açık ve seçik olarak görebileceğiz.

ŞİMDİDEN İNSANIN ZİHNİNDE BÖYLESİNE BİR SORU CANLANMAKTADIR: Bin dokuz yüzlerin bilmem hangi yılında  ( veya İki bin onlu - yirmili yıllarda da diye düşünebiliriz- MKA)  ÜLKEMİZİN KOŞULLARI, ATATÜRK’ÜN AŞAĞIDAKİ SÖZLERİNİ "SAVCI" LARDAN BİRİ İÇİN SORUŞTURMA KONUSU YAPARSA DURUM NE OLACAKTIR?  

"El yazısı" ya da "fotokopi" istenmesi halinde Türk Tarih Kurumu ya da Türk Devrim Tarihi Enstitüsü yetkilileri Atatürk'ü savunmaya hazır mıdırlar? Ellerindeki belgeleri titizlikle korumaları için "Bursa Nutku" ile eşanlamlı olan tümcelere ilgilerini çekmekle yetinelim. 

 Atatürk diyor ki: "Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!"

Çeşitli bakımlardan Atatürk'ü kemirenlerin yanında bir gerçek, bütün görkemiyle karşımıza  çıkıyor.  Geçen zaman Atatürk'ü eskiteceğine gözlerimizde daha da büyütmektedir.

Buna bakarak, gelecek kuşakların onu daha iyi değerlendireceklerine ve anlayacaklarına  inanıyorum.  Atatürk'ün çilesi dediğimiz şeyler bizim çilemizdir.

O, görevini yapmış insanların iç huzuru ile bizi gözetliyor.  Sorumluluğunu duyan ve bilen evlatlarının Türkiye'nin devrim bayrağını, canları pahasına da olsa elden bırakmayacaklarına inanıyor. 

ATATÜRK TÜRKİYE'SİNİN YÖRÜNGESİNİ DEĞİŞTİRMEYİ TASARLAYANLAR ATEŞLE OYNADIKLARINI  BİLMELİDİRLER."

DİP NOT:

 EVET: "ATATÜRK TÜRKİYE'SİNİN YÖRÜNGESİNİ DEĞİŞTİRMEYİ TASARLAYANLAR ATEŞLE OYNADIKLARINI  BİLMELİDİRLER."

(*) : Cavit Orhan Tütengil (d. 1921 Tarsus, ö. 7 Aralık 1979 İstanbul) Türk akademisyen.
İlk ve ortaokulu Tarsus'da bitirdi. Lise eğitimini 1940 yılında İstanbul Haydarpaşa Lisesi'nde tamamladı. 1944 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun oldu. 1944-53 arasında Antalya ve Diyarbakır liselerinde Felsefe Grubu Dersleri öğretmenliği yaptı. Kepirtepe ve Aksu Köy Enstitülerinde çalıştı. MEB tarafından iki yıllığına incelemelerde bulunmak üzere İngiltere'ye gönderildi. 1953 yılında Sosyolojiasistanı olarak İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde akademik yaşamına başladı. Doktorasını "Montesquieu Siyasi ve İktisadi Düşünceleri" üzerine yaptı. 1960 yılında doçent oldu. 7 Aralık 1979 tarihinde evinden üniversiteye giderken silahlı saldırıya uğradı ve öldürüldü.
Temel ilgi alanı "Gelişme Sosyolojisi" idi. Tütengil'e göre, Türkiye, bir geçiş ülkesidir. Bu geçişte pusula ise Atatürk'ün düşünceleridir. Atatürk'ün gençlere öğütleri arasında yer alan "benim yapmak istediklerimi tamamlayınız" sözü onun için özel bir yere sahip olmuştur. 10 yıla varan öğretmenliği sırasında, eğitim sorunlarına sadece kuramsal değil, pratik düzeyde de öneriler getirmiştir. Tütengil, yıllarca Cumhuriyet Gazetesi'nde denemeler yazmıştır.


 (**) "ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK: Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır. Dizgi - Baskı - Yayımlayan: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. Kasım 1998 ATATÜRK'Ü ANLAMAK ve TAMAMLAMAK Prof. Dr. CAVİT ORHAN TÜTENGİL. CUMHURİYET GAZETESİNİN OKURLARINA ARMAĞANIDIR." Kitabından alıntılanmıştır


Nur içinde yatınız; İnşallah: Ruhlarınız şad, mekânlarınız da  cennet olsun Büyük Atatürk ve izleyicisi TÜTENGİL.


​ 
T.C. / M. Kemal Adal 
            8 Mayıs 2016 / İZMİR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder