İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

17 Mart 2016 Perşembe

ALLAH'I YARDIMA ÇAĞIRMAK (DUA)

 

 ALLAH'I YARDIMA ÇAĞIRMAK (DUA)

RESUL KUR’AN’IN TEBLİĞİ KUR'AN MESAJI –VI. AHLAK E KİTAP (MKA) B.1.f. İNSANIN ALLAH'A KARŞI AHLAKİ SORUMLULUKLARI

Kavram olarak, Ahlak, İnsanın Allah'a Karşı Ahlaki Sorumlulukları, İyi ve Öğülen Tutum ve Davranışlar, Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua)


RESUL KUR'AN'IN KUR'AN TEFSİRİ  E KİTAP (MKA) 2: BAKARA SURESİ 186. AYET
Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua): 2/186

İMAN EDEN / İNANAN (MÜMİN) VE SALİH AMELLİ / İYİ (MÜSLİM) KULLAR.

ALLAH KARİB'DİR, KULLARINA ÇOK YAKINDIR, NAMAZI /SALÂTI- DUAYI İŞİTİR VE CEVAP VERİR:

TÜRKÇE (ANA DİLDE) İBADET

TÜM KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH'TIR

OSMANLI DÖNEMİNDE KURAN'IN YERİ

SARHOŞVARİ NAMAZ

SONUÇ OLARAK...



(1) Kavram olarak, Ahlak, İnsanın Allah'a Karşı Ahlaki Sorumlulukları, İyi ve Öğülen Tutum ve Davranışlar, Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua)

Rahman ve Rahîm Allah'ın adıyla... Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır. Rahman'dır, Rahîm'dir O. Din gününün Mâlik'i, sultanıdır O... Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Dosdoğru giden yola ilet bizi... Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlık ve şaşkınlığa saplanmamışların yoluna... 1. sure (FÂTİHA) 1-7. ayet (Resmi: 1/İniş:5/Alfabetik:23)
De ki: "Yarılan karanlıktan çıkan sabahın Rabbine / yarılışlardan fışkıran oluşun Rabbine sığınırım! Yarattıklarının şerrinden, Çöktüğü zaman karanlığın / gelip çattığı zaman göz perdelenmesinin  /  tutulduğu zaman Ay'ın / battığı zaman Güneş'in / taştığı zaman şehvetin / soktuğu zaman yılanın / ümit kırdığı zaman musibetin şerrinden! Düğümlere üfleyip tüküren üfürükçülerin şerrinden! Kıskandığı zaman hasetçinin şerrinden..." 113. sure (FELAK) 1-5. ayet (Resmi: 113/İniş:20 /Alfabetik:26)

De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım! İnsanların yöneticisine, yönlendiricisine, İnsanların ilahına; Kıvrılıp kıvrılıp saklanan, sinip sinip gizlenen vesvesenin / o sinsi, o aldatıcı şeytanın şerrinden, İnsanların göğüslerine kuşkular, kuruntular sokar o; Cinlerden de insanlardan da olur o!" 114. sure (NÂS) 1-6. ayet (Resmi: 114/İniş:21/Alfabetik:76)
Musa, bizimle buluşma vakti için toplumundan yetmiş adam seçti. Şiddetli sarsıntı onları yakalayınca Musa şöyle dedi: "Rabbim, dileseydin, onları da beni de daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin? Bu iş senin imtihanından başka bir şey değildir. Onunla dilediğini şaşırtır, dilediğine yol gösterirsin. Sen bizim Veli'mizsin. O halde affet bizi, acı bize. Sen affedenlerin en hayırlısısın." "Bize hem bu dünyada güzellik yaz hem de ahirette. Dönüp dolaşıp sana geldik." Buyurdu ki: "Azabıma dilediğimi çarptırırım. Rahmetime gelince, o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır. Ben onu; sakınıp korunanlara, zekâtı verenlere, ayetlerimize inananlara yazacağım." 7. sure (A'RAF) 155-156. ayet (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)

Rabbinize; boyun bükerek, gizlice / ürpererek yakarın. O, haddi aşanları / azmışları sevmez. Yeryüzünde, orası barışa kavuştuktan sonra bozgun çıkarmayın. Ürpererek ve ümit ederek dua edin O'na. Hiç kuşkusuz, Allah'ın rahmeti, Güzel düşünüp güzel iş yapanlara çok yakındır. 7. sure (A'RAF) 55-56. ayet (Resmi: 7/İniş:39/Alfabetik:9)

Onlar şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, eşlerimizden ve çocuklarımızdan bize göz aydınlığı bağışla. Bizi takvaya sarılanlara önder kıl." 25. sure (FURKÂN) 74. ayet (Resmi: 25/İniş:42/Alfabetik:29)

De ki: "Duanız / davetiniz yoksa, Rabbim sizi ne yapsın? Yalanladınız; bu yüzden azap kaçınılmaz olacaktır." 25. sure (FURKÂN) 77. ayet (Resmi: 25/İniş:42/Alfabetik:29)

Onlara çağırsanız, çağrınızı duymazlar. Duysalar da size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin onları ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Hiç kimse sana, Habîr olan Allah'ın verdiği gibi haber veremez. 35. sure (FATIR) 14. ayet (Resmi: 35/İniş:43/Alfabetik:24)

Şöyle yakar: "Rabbim! Beni, gireceğim yere doğruluk dürüstlükle sok, çıkacağım yerden doğruluk dürüstlükle çıkar. Katından bana yardımcı bir güç / kanıt ver." 17. sure (İSRÂ) 80. ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)

İnsan, hayra davet eder gibi şerri çağırıyor / insan, hayra duasıyla şerri davet ediyor. İnsan çok acelecidir. 17. sure (İSRÂ) 11. ayet (Resmi: 17/İniş:50/Alfabetik:46)

Bu arada Nûh, Rabbine yakardı da dedi ki: "Rabbim, oğlum benim ailemdendi! Senin vaadin elbette haktır. Sen hâkimlerin, hükmü en güzel verenisin." Allah buyurdu: "Ey Nûh! O, senin ailenden değildi. Yaptığı, iyi olmayan bir işti. Hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Cahillerden olmaman hususunda seni uyarırım." Nûh dedi: "Rabbim! Hakkında bilgim olmayan şeyi senden istemekten sana sığınırım. Eğer beni affetmez, bana acımazsan hüsrana uğrayanlardan olurum." 11. sure (HÛD) 45-47. ayet (Resmi: 11/İniş:52/Alfabetik:38)
Rabbiniz buyurmuştur ki: Dua edin bana, cevap vereyim size! Kibre saparak bana ibadetten uzaklaşanlar, aşağılanmış bir halde cehenneme gireceklerdir. 40. sure (MÜ'MİN) 60. ayet (Resmi: 40/İniş:60/ Alfabetik:69)

Bekçiler derler ki: "Resulleriniz size açık seçik mesajlar getirmezler miydi?" Derler ki: "Elbette getirirlerdi!" Bekçiler: "O halde yalvarın durun; inkârcıların yakarışları çıkmazda kalıp gitmiştir." diye cevap verirler. 40. sure (MÜ'MİN) 50. ayet (Resmi: 40/İniş:60/Alfabetik:69)

Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru!" "Ey Rabbimiz, onları kendilerine vaat etmiş olduğun Adn cennetlerine koy! Atalarından, eşlerinden, zürriyetlerinden barışa yönelenleri de. Azîz ve Hakîm olan, hiç kuşkusuz sensin, sen!" "Koru onları kötülüklerden! O gün kötülüklerden koruduğuna mutlaka rahmet etmişsindir sen. İşte budur o en büyük kurtuluş ve eriş." 40. sure (MÜ'MİN) 7-9. ayet (Resmi: 40/İniş:60/Alfabetik:69)
İnsan, hayır istemekten / hayır için dua etmekten bıkıp usanmaz. Kendisine bir şey dokunmaya görsün; hemen ümidini keser, yıkılır. 41. sure (FUSSİLET) 49. ayet (Resmi: 41/İniş:61/Alfabetik:30)

 İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir, yan yatar. Kendisine şer dokununca, hemen duaya koyulur. 41. sure (FUSSİLET) 51. ayet (Resmi: 41/İniş:61/Alfabetik:30)

"İhtiyar yaşımda bana, İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a Hamd olsun! Benim Rabbim, duayı gerçekten çok iyi duyar." "Rabbim! Beni, namazı özenle yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmını da. Rabbimiz, duamı kabul et!" "Rabbimiz, hesabın ortaya geleceği gün; beni, anne babamı ve inananları affet!" 14. sure (İBRÂHİM) 39-41. ayet (Resmi: 14/İniş:72/Alfabetik:40)
Resul şöyle yakardı: "Rabbim, hak ile hükmet! Bizim Rabbimiz Rahman'dır. Sizin nitelendirmelerinize karşı yardımına başvurulandır, Müsteân'dır." 21. sure (ENBİYÂ) 112. ayet (Resmi: 21/İniş:73 /Alfabetik:21)

Şöyle yakar: "Rabbim! Affet, merhamet et! Sen merhametlilerin en hayırlısısın!" 23. sure (MÜ'MİNÛN) 118. ayet (Resmi: 23/İniş:74/Alfabetik:70)

Gerçek dua yalnız O'na / hak davet yalnız O'nun için yapılır. O'nun dışında yalvarıp davet ettikleri ise onlara hiçbir şekilde cevap veremezler. Onlar, ağzına ulaşsın diye iki avucunu suya doğru açan ama suya ulaşamayan birinden başkasına benzemiyorlar. Küfre sapanların dua ve davetleri, şaşkınlığa dalmaktan başka bir işe yaramaz. 13. sure (RA'D) 14. ayet (Resmi: 13/İniş:87/Alfabetik:85)

Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir. 2. sure (BAKARA) 153. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2. sure (BAKARA) 186. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, âhırette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru." 2. sure (BAKARA) 201. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir. O ürperti duyanlar, Rablerine kavuşacaklarını düşünürler ve bilirler ki onlar, mutlaka O'na döneceklerdir. 2. sure (BAKARA) 45-46. ayet (Resmi: 2/İniş:92/Alfabetik:11)

Aklı ve gönlü işletenler o kişilerdir ki, ayakta, otururken, yan yatarken hep Allah'ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler: "Ey Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Şanın yücedir senin. Ateş azabından koru bizi." 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 191. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

"Ey Rabbimiz! Sen birini ateşe soktun mu onu tam rezil etmişsindir. Zalimlerin, yardımcıları olmayacaktır." "Ey Rabbimiz! Bir çağırıcının, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağırdığını işittik ve iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla bizim. Kötülüklerimizin üstünü ört ve bize iyilerle birlikte ölmek nasip et." "Ey Rabbimiz! Resullerin aracılığıyla bize vaat etmiş olduğunu da bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen, vaadine asla ters düşmezsin." Rableri onlara cevap verdi: "Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz. Göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda işkenceye uğratılanlar, çarpışıp da öldürülenler var ya, onların kötülüklerini yemin olsun örteceğim. Ve yemin olsun ki onları, Allah katından bir karşılık olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağım." Allah katındandır karşılıkların en güzeli. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 192-195. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)
"Ey Rabbimiz! Senin indirdiğine iman ettik, resule uyduk; artık bizi gerçeğin tanıklarıyla beraber yaz!" 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 53. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

Zekeriyya orada Rabbine yakarmıştı: "Rabbim, demişti, katından bana tertemiz bir soy bağışla. Sen yakarışı en iyi duyansın." 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 38. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

 Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen Vahhâb'sın, bol bol bağışta bulunansın. Ey Rabbimiz! Sen Câmî'sin; insanları varlığında kuşku bulunmayan bir günde mutlaka toplayacaksın. Allah, sözünü yerine getireceği yer ve zamanı asla şaşırmaz. 3. sure (ÂLİ IMRÂN) 8-9. ayet (Resmi: 3/İniş:94/Alfabetik:7)

Onlardan sonra gelenler de şöyle derler: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi affet; kalplerimizde, inananlara karşı bir düşmanlık bırakma! Rabbimiz, sen çok şefkatli, çok merhametlisin!" 59. sure (HAŞR) 10. ayet (Resmi: 59/İniş:95/Alfabetik:35)

İster af dile onlar için, ister dileme. Yetmiş kez af dilesen de onlar için, Allah onları affetmeyecektir. Çünkü onlar Allah'ı da resulünü de inkâr ettiler. Allah, yoldan çıkmış böyle bir topluluğa kılavuzluk etmez. 9. sure (TEVBE) 80. ayet (Resmi: 9/İniş:113/Alfabetik:104)


RESUL KUR’AN’IN TEBLİĞİ KUR'AN MESAJI
 –VI. AHLAK E KİTAP (MKA) B.1.f. İNSANIN ALLAH'A KARŞI AHLAKİ SORUMLULUKLARI KONUSUNDAN ALINTIDIR. M. Kemal Adal



Allah'ı Yardıma Çağırmak (Dua): 2/186

Y.N. Öztürk
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler.

M. Esed
Eğer kullarım sana Benim hakkımda sorular sorarsa -(bilsinler ki) Ben çok yakınım; dua edenin yakarışlarına her zaman karşılık veririm; öyleyse onlar da Bana karşılık versinler ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler.


Dipnot: 2/186*: İbadet: Allah'a Kulluk: Kullar: İman eden / inanan(mümin) ve salih amelli / iyi (müslim) kullar (Allah kullarına çok yakındır. Onları işitir, görür, bilir ve onlara cevap / karşılık verir). Bak: 3/15, 20; 9/104; 12/24; 15/40, 42; 17/65; 23/109; 24/32; 25/63; 34/9; 35/28; 37/40, 74, 128; 38/83; 66/10; 72/19; 76/6; 89/29.



2/186*: İMAN EDEN / İNANAN (MÜMİN) VE SALİH AMELLİ / İYİ (MÜSLİM) KULLAR. (ALLAH KULLARINA ÇOK YAKINDIR. ONLARI İŞİTİR, GÖRÜR, BİLİR VE ONLARA CEVAP/KARŞILIK VERİR):

 Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2/186. 

De ki: 'Bu sayılanlardan daha iyisini size haber vereyim mi? Sakınıp korunanlar için, Rableri katında, altlarından nehirler akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan bir hoşnutluk olacaktır. Allah, kulları en iyi biçimde görmektedir.' 3/15. 

Seninle kanıt yarıştırmaya girerlerse şöyle söyle: 'Ben yüzümü Allah'a teslim ettim. Bana uyanlar da.' Kitap verilenlerle ümmîlere de sor: 'Siz de teslim oldunuz mu?' Eğer teslim olurlarsa doğruya ve güzele kılavuzlanmışlardır. Yüz çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir. Allah, kullarını görmektedir. 3/20.

Bilmediler mi ki, Allah'tır kullarından o tövbeyi kabul eden, o sadakaları alan. Ve Allah'tır, O Tevvâb, O Rahîm... 9/104. 

Yemin olsun, kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin gerçeğe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamıştı. Biz böylece ondan, kötülüğü ve fuhşu uzak tutuyorduk. Çünkü o, bizim samimi / seçkin kullarımızdandı. 12/24.

'İçlerinden riyaya sapmamış, samimi kulların müstesna.' 15/40.
 'Benim kullarım aleyhine senin elinde hiçbir güç / kanıt olmayacak. Azgınların seni izleyenleri müstesna.' 15/42.
'Kuşkusuz, benim kullarım üzerinde senin hiçbir sultan olmayacaktır.' Vekil olarak Rabbin yeter. 17/65.
Kullarımdan bir zümre 'Rabbimiz, inandık; affet bizi, acı bize, sen merhametlilerin en hayırlısısın' diyorken, 23/109.
İçinizden bekârları / dulları, bir de erkek hizmetçilerinizden ve halayıklarınızdan durumu uygun olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfundan zenginleştirir. Allah Vâsi'dir, Alîm'dir. 24/32.
Rahman'ın kulları, yeryüzünde böbürlenmeden/rahatsız etmeden yürüyen kişilerdir. Cahiller onlara hitap edince, 'selam' derler. 25/63.
Onlar, önlerinde ve arkalarında, gökten ve yerden neler var, görmediler mi? Dilesek onları yere batırırız ya da üzerlerine gökten parçalar düşürürüz. Hiç kuşkusuz, bütün bunlarda Allah'a yönelen her kul için mutlak bir ibret vardır. 34/9.
Aynı şekilde, insanlardan, hayvanlardan, davarlardan da çeşitli renklerde olanlar var. Kulları içinde Allah'tan ancak bilginler ürperir. Allah Azîz'dir, Gafûr'dur. 35/28.
Allah'ın içtenliğe erdirilmiş temiz kulları başkadır. 37/40.
Ancak Allah'ın samimi, temiz kulları kurtuldu. 37/74.
Allah'ın samimi, seçkin kulları müstesna. 37/128.
'İçlerinden sadece samimi, seçkin kullar dışta kalacaktır.' 38/83.
Allah, küfre sapanlarla ilgili olarak Nûh'un karısı ile Lût'un karısını örnek verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki barışçı kulun nikâhı altında idiler, onlara hıyanet ettiler de eşleri, Allah'tan onlara gelecek olanı hiçbir şeyle geri çeviremediler. Şöyle dendi onlara: 'Girin ateşe diğer gireceklerle birlikte!' 66/10.
Allah'ın kulu kalkmış O'na yakarırken, onlar onun üzerine keçeleşir gibi üşüşüyorlardı. 72/19.
Bir kaynak ki, Allah'ın kulları ondan içerler ve onu fışkırtarak akıtırlar. 76/6.
Gir kullarımın arasına! 89/29.

MKA.


2/186**: İbadet: Düzenli İbadetler: Namaz (Salât): Allah Karib'dir, kullarına çok yakındır, namazı /salâtı- duayı işitir ve cevap verir. Bak: 14/39-40.


2/189**: ALLAH KARİB'DİR, KULLARINA ÇOK YAKINDIR, NAMAZI /SALÂTI- DUAYI İŞİTİR VE CEVAP VERİR:
Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karîb'im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. 2/186.

'
İhtiyar yaşımda bana, İsmail ve İshak'ı bağışlayan Allah'a Hamd olsun! Benim Rabbim, duayı gerçekten çok iyi duyar.' 'Rabbim! Beni, namazı özenle yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmını da. Rabbimiz, duamı kabul et!' 14/39-40. 

MKA.


TÜRKÇE (ANA DİLDE) İBADET

Kuran'ın İslam'ının yaşanması için yapılması gereken en temel faaliyet Kuran'ın, dini yaşayacak toplumun ana diline çevrilmesidir.

Kuran Arapça inmiştir ve orijinali Arapça'dır.

Fakat Kuran'a göre Arapça, kutsal bir dil değildir.

Kuran, her kavme Peygamberler'in gönderildiğini ve bu peygamberlerin kavimlerine kendi dillerinde mesajlar getirdiklerini söyler.

Tevrat Hz. Musa'nın kavminin dilindedir, İncil de Hz. İsa'nın kavminin dilindedir. Hz. Lut'un vahiyle­ri kendi kavminin dilindedir, Hz. Nuh'unkiler de öyledir...

Bu me­sajları kutsal yapan Allah'tan indirilmiş olmalarıdır ve bu mesajların hiçbiri Arapça değildir.

Allah'ın mesajı Arapça yazılabileceği gibi; Allah'a, dine karşıt sözler, putlara iltifatlar da Arapça yazılabilir. Arapça'yı Allah'ın özel dili, Cennet'in lisanı; Arapça harfleri Al­lah'ın özel harfleri, Cennet'in harfleri gibi gösteren zihniyet dini Araplar'ın tekeline sokmak isteyen Arap ırkçısı, mezhepçi zihniyet­tir.

Fussilet Suresi 44. ayetten Kuran'ın Arapça olmasının sebebi­nin, Kuran'ın ilk olarak Arap toplumuna hitap etmesi olduğunu an­lıyoruz.

Kuran Allah'ın din gönderdiği her kavme kendi dilinde hi­tap etme adetinden dolayı Arapça'dır.

Araplar'a dinlerinin yabancı dilde bildirilmesi saçma olduğu gibi, Türkler'e de kendi dilleri dı­şında bildirimde bulunmak saçmadır.

Türkler'e kendi dillerinde bildirim ancak Kuran'ın çevirisi ile mümkündür.

Kuran'da geçen kelimeler, kavramlar Kuran'da geçmeden önce de Araplar'ın kullandığı kelimeler, kavramlardı. Kuran Allah dedi­ğinde neyi kastettiği, domuz dediğinde domuzun ne olduğu, miras deyince mirasın ne olduğu, vasiyet deyince vasiyetin ne olduğu bi­liniyordu.

Kuran evvelden var olan kelimelerle geldi. Kuran'ı oku­yan bir kimse bu apaçık gerçeği rahatça kavrar.

olan Arapça veya kelimeler değil; Allah'ın bu kelimelerle, kavramlarla oluştur­duğu Kuran'dır.

Arapça'yı kutsallaştırıp, dinin anlaşılmadan yaşanmasına sebep olanların düştüğü komik durumun bir örneği şöyledir:

"Arap Bede­vi kadınları ellerinde defler, yanık sesle türküler söylüyorlardı. Tür­külerin konusu da deve etinin lezzetiydi. Bu etin kebabının, haşla­masının, kızartmasının ne kadar lezzetli olduğu yanık yanık, makam içinde anlatılıyordu.

Töreni tertipleyen Osmanlı Teşkilatı Mahsu­sa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı Bey bir de gördü ki, hazır ol vazi­yetinde olan Anadolu'nun aslan yapılı Osmancık Taburu'nun erle­rinden bazılarının Arapça deve eti kasidesini dinlerken göz yaşları şıpır şıpır damlıyordu. İyi Arapça bilen Eşref Bey şaşırdı, bir ere:

-   "Oğlum ne ağlıyorsun?" diye sordu. Hazır ol vaziyetindeki Mehmetçik durumu değiştirmeden cevap verdi:

-   "Kumandanım bakınız ne güzel Kuran okuyor..."

Bu saf, pırıl pırıl yürekli Anadolu çocuğunun duyguları önünde gözleri dolan Eşref Bey dayanamıyor:

-"Oğlum o bedevi kadınları kendilerine dağıtılacak olan deve etinin lezzetini anlatan kasideyi makamla okuyorlar, sil göz yaşlarını..."(Cemal Kutay, Türkçe İbadet, sayfa 61)


TÜM KAVİMLERİN DİLLERİNİN YARATICISI ALLAH'TIR

Gelin ayrı dilleri, ayrı ırkları nasıl değerlendireceğimizi Kuran'ın aydınlatıcı ayetlerine başvurup öğrenelim.

Göklerin ve yerin yaratılması ile dilleriniz ve renklerinizin başka oluşu O'nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilgi sahipleri için deliller vardır.
30- Rum Suresi 22

Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı, ancak bu sizleri verdikleriyle sınaması içindir. Tümünüzün dönüşü Allah'adır.
5- Maide Suresi 48

Ey insanlar! Gerçekten biz sizi bir erkekten ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabile­ler yaptık. Allah açısından en üstün olanınız en çok sakınanınızdır.
49- Hucurat Suresi 13

Bu ayetleri örnek gösteren Cengiz Özakıncı şunları söyler:

"Kuran'ı benimsemiş bir kişi kendi bildiği dilden başka bir dille, kendi soyundan başka bir soyla, kendi toplumundan başka bir top­lumla, kendi yazısından başka bir yazıyla karşılaştığında bunları Tanrı'nın bir ürünü olarak görecek, bir üstünlük ya da aşağılık duy­gusuna kapılmayacak, bunları tanımaya, anlamaya, öğrenmeye giri­şecektir.

Daha açığını söyleyelim: Kuran'a göre bir Müslüman Arap, Türkler'in ulus olarak varlığını, dilini, yazısını ancak bir in­celeme, araştırma, öğrenme, yararlanma konusu edinebilir. Türkler'in ulus olarak varlığını ortadan kaldırmaya, ya da eritmeye giriş­mesi durumunda Tanrı katında suçlu olacaktır. Türkçe'yi at, Arap­ça'yı kullan, ya da kendi yazını at, Arap yazısını kullan diyemez.

Öteki ulusları Araplaştırmaya yeltenemez. Eğer yeltenirse, bu giri­şimi Tanrı'nın buyruklarına aykırı olur.

Geçmişte Tanrı'nın buyruklarını çiğneyen pek çok Müslüman Arap, Müslüman Türk çık­mış, Türkler'in dilini, yazısını Araplaştırmaya girişmiş ve bunu bel­li oranda başarmışlardır.

Bundan 900 yıl önce kimi Arap, kimi Türk kandırıcı kişiler Tanrı ile Türkler'in arasına dilden bir engel koy­dular. Türkler'in Tanrı'ya Türkçe seslenmesinin Tanrı'yı kızdıra­cağını söyleyerek, Türkler'i bu yalana inandırdılar. Türkler Tanrı'nın yalnızca Arapça seslenişlere ilgi gösterdiğine kandırıldılar. Tanrı'nın yalnızca Arapça dilekleri, yakarıları işleme koyduğunu söyleyen bu tilkilere inanan Türkler ağızlarını Arapça sözcüklerle açtıklarında, kullanımdan düşürdükleri Türkçe sözcükleri peynir gibi yitiren kargalar konumuna düşmüş, dilleri bozulmuş, imgelem­leri bulanmış, anlama, anlatma yetileri devingenliğini, diriliğini, türetgenliğini tüketmiş durumdadırlar." (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 120 ve 156)

Alıntıladığımız ayetlerden anlayacağımız gibi Arapça da, Türk­çe de, İngilizce de, Fransızca da, tüm diller de Allah'ın isteğiyle oluşmuştur, tümü Allah'ın delilleridir.

İnsanlar bu renkliliği yok et­meye değil, bu farklılıkların içinde kaynaşmaya, tanışmaya çalışma­lıdırlar.

Her dil bir güzelliktir. Hiçbir dilin kutsallığı yoktur. Al­lah'ın beğendiği bu çeşitliliği uydurma kutsal etiketiyle yok edenler Allah'ın kitabı Kuran ile çelişmektedirler.

Allah, meleklere Hz. Adem'in üstünlüğünü açıklarken, Hz. Adem'e isimleri öğretmesine ve Hz. Adem'in isimlerle tanımlama­lar yapmasına dikkat çekmektedir. İsimlendirerek tanımlama, keli­melerle düşünme gibi dilin temel fonksiyonları, insanı üstün kılan özellikleridir.

Hiç şüphesiz dilin bu tarz kullanımında, ne söyledi­ğinin bilincinde olma unsuru vardır. Aklı işletme faaliyeti kelime­lerle isimlendirmenin sonucunda yapılan bir faaliyettir. Kullanılan akıl ise insan olmanın ayırt edici özelliğidir.

Kuran'ın herkesin anladığı dilde, tercümesinden okunmasının önemini Prof. Dr. Beyza Bilgin de şu sözleriyle vurgulamaktadır:

"Kuran'ın anlaşılması esastır ve vahiyler yoluyla tebliğ ve yol gösterme daima milletlerin konuştuğu dilde yapılmıştır.

Öyleyse, milletin fertleri, Allah'ın Kitabı'nı anlamak, ondaki haber ve öğütlerden yararlanarak terbiye olmak, davranış geliştirmek için, onu yabancı dilde değil, konuştukları dilde ve anlayarak okuyacaklardır.

Böyle bir okuyuş temin edilmedikçe, Kuran belli bir zümrenin, bir azınlığın elinde kaldıkça, ondaki ilahi amaca yönelik yöntem etkinliğinin ve anlam zenginliğinin meydana getirebileceği bütün gelişmelerden mahrum kalınacaktır.

Kuran'ın vahyolunduğu dönemde, Arap ede­biyatı çoğunluğun ilgilendiği, zevk alarak izlediği bir alandı. Kuran, şiirle nesrin birleştiği bir üslûpla, yeni konulardan söz ediyordu.

Kuran'ı dinletmeyin. Kuran okunduğunda gürültü yapın, belki bu yolla ona galabe edebilirsiniz.
(41 Fussilet 26)

Anlamışlardı ki, Kuran dinlenir ve anlaşılırsa, onunla başa çıka­mayacaklardır.

Oysa geleneklerimizden gelen günümüzdeki okuyuş­ta, musiki ile okuyuştan etkilenmekten söz edilebilir ama o şiirli üs­lûp kullanılarak verilmiş olan haber ve öğütlerden etkilenmekten söz edilemez.

Kuran'ı inanarak, güvenerek, sevgi ile okuyan insanlar, onu okurken, onda anlatılanları, onu üslubu ile anlayarak okusalar, bilgilenseler ve etkilenseler, duyguları o yönde aksa, o yönde içerik kazansa, neler olabilir, kabiliyetli müminler onları nasıl kullanır, bir düşünülse!

Güzel sanatların bütün dalları, şiir, roman, film, tiyatro, müzik, estetik, gazete, dergi, radyo, televizyon gibi güçlü araçlar, on­ları kullanan inançlı insanların belleklerinde yüksek fikirlerle seslense, sevgiyi, güzelliği, temizliği, merhameti, adaleti, barışı ve yardım­laşmayı ifadeye dökseler, ülkede ince bir ruh hali, bir yüksek terbiye, bir bilgi severlik, bir aydınlanma meydana gelmez mi? Meydana ge­len bu aydınlık dışa vurmaz mı?! (1. Kuran Sempozyumu, sayfa 82)


OSMANLI DÖNEMİNDE KURAN'IN YERİ

Allah dinde akledilmesini, ince ince düşünülmesini, araştırılma­sını, emirlerinin uygulanmasını, kitabının rehber edinilmesini ister.

Kişiler Allah'ın kitabının manasını bilmeden üzerinde nasıl inceden inceye düşünebilirler?

Kuran'ın kendi üzerinde ince ince düşünülmesiyle ilgili emirleri Kuran'ın manası bilinmezse nasıl uygulana­caktır?

Sonuçta kişiler dini yaşamak için, dinle ilgili bilgileri anla­dıkları dilden duymak veya okumak zorundadırlar.

Geleneksel, mezhepçi İslamcılar kendi din adamlarının veya ilmihal kitaplarının Türkçe anlatımlarında bir sakınca görmemişlerdir. Onlar da herke­sin Arapça öğrenmesinin farz olduğunu savunmamışlardır.

İlmihal kitaplarının, kendi öğretileri doğrultusunda yetişen müftülerin, imamların, şeyhlerin dini Türkçe olarak anlatmasını normal gören­ler, Kuran'ın Türkçe'ye çevrilmesine karşı çıkmışlardır.

Amaç kişi ile Allah arasına din adamlarının sokulması ve mezhep izahlarıyla yetişmiş din adamlarının ve mezheplerin izahlarının din diye sorgulamasız yutturulmasıdır.

Oysa dinin tek kaynağı olan Kuran'ın çe­virisi elde olunca kişilerin Allah'ın dini ile uydurulan dini ayırt et­meleri mümkün olabilmektedir.

Kuran'ın ancak Cumhuriyet döneminden sonra çevrilebilmesinin ve mezhepçi, gelenekçi grupların buna direnişlerinin altındaki temel neden budur.

Bunlar, dinin mezheplerin tekelinden çıkması­na ve uydurmaların sorgulanmasına tahammül edememektedirler.

Kuran'ın İslamının, Osmanlı tarihinde doğru dürüst ortaya çıkma­masının, çıksa da kökleşip yerleşmemesinin altındaki temel sebebin mevcut sistemin despotluğu ile beraber, bu çeviri yasağı olduğu ka­naatindeyiz. Çevrilemeyen, Arapça'sının bile matbaada basılmasına izin verilmeyen Kuran'ın ismi vardı ama kendisi ortada yoktu.

"Çok şanlı" diye nitelenen atalarımız ne yazık ki Kuran'ı çevirtmediler.

Yıllarca günah dedikleri matbaanın günah olmasından vazgeçtikle­rinde bile Kuran'ın matbaada basılmasının günahlığı devam etti.

Hattatların el yazısı ile çoğalttığı, ender olarak bazı evlerde bulunan Kuran ise bulunduğu evlerde de bohçalar içinde saklandı.

Bohçalar açılıp okunduğunda ise manası için değil, melodisi için okundu.

Halk hiçbir konunun çözümü için Kuran'a müracaat edemedi. Şey­hülislamlar, şeyhler, imamlar halka dini öğretti.

Onlarsa dini Sün­nilik mezhebiyle eşitleyen, Sünniliğin halifesi olan padişaha itaatli kişilerdi.
Böylece Sünni mezhepçi görüş kendini ayakta tutup, ken­di devamını sağladı.

Kuran tercüme edilemez iddiası yanlıştır.

Kuran "Allah birdir" diyor, tercüme ediyoruz; "Allah bağışlayıcıdır" diyor, tercüme ediyoruz; "Kuran her şeyi açıklar" diyor, tercüme ediyoruz; "Hz. Musa'ya Tevrat verildi" diyor, tercüme ediyoruz; "Kan içilmez, domuz yenmez" diyor, tercüme ediyoruz. Bunların hangisi anlaşılmıyor?

Dillerde somut veya soyut kavramlar seslere dönüştürülür, bu ses­ler duyulunca o somut veya soyut kavram zihinde canlandırılıp, ile­tişim sağlanır.

Dil bir iletişim aracıdır.

Domuz kelimesini ele ala­lım. Domuzun Arapça'sı da, Türkçe'si de söylendiğinde somut var­lık olan domuzun karşılığıdır. Şimdi Arapça'daki domuz kelimesini, Türkçe'ye çevirdiğimizde bunun nesi anlaşılmaz oluyor?

İstiyorsa­nız domuz gibi somut değil, başka soyut bir kavramı ele alalım. Ör­neğin Arapça'da "bağışlayıcı" manasına gelen "Gafur" kelimesini ele alalım. Arapça'da "Gafur" kelimesi g, a, f, u, r harflerinden olu­şan bir titreşim oluşturur ve sesin bu titreşimleri soyut kavram ola­rak "bağışlayıcılığı" ifade eder. Eğer Türkçe'ye bir çeviri yapılırsa b, a, ğ, ı, ş, l, a, y, ı, c, ı harflerinin titreşimlerinden oluşan "bağış­layıcı" kelimesi "Gafur"un yerini alacak ve bu da aynı soyut kavra­mı ifade edecektir.

Çeviride ortaya çıkan bazı zorluklar, Arapça'dan Türkçe'ye çe­virinin zorluklarından ziyade, kavramın Arapça'sının neyi ifade et­tiğinin tartışmasından ortaya çıkmaktadır. Bu da bir çeviri sorunu değil, anlaşılma sorunudur. Araplar da bu sorunu Türkler kadar ya­şarlar.

Kuran'da anlatılan Yahudiler'in dinlerindeki kelimelerin yerlerini, manalarını kaydırma eğilimi dinimizde de yaşanmıştır. Kuran'ın kullandığı manadan farklı bir şekilde kelimeyi kullanma eğilimi, çeviriyle değil, anlaşılmayla ilgili bir çözüm konusudur.

Bunun da baş sorumlusu dini uydurma izahlarıyla bozmaya kalkan zihniyetin, Kuran'ın kelimelerinin manasını kaydırarak Kuran'ı kendi arzularına uydurma çabalarıdır.

Kuran'da aynı kelimenin farklı yerlerdeki kullanımı gibi noktaların irdelenmesiyle çözülebi­len bu sorun, istisnai bazı yerlerde ortaya çıkar ve bahsettiğimiz şe­kilde titiz bir incelemeyle çözülebilir.

Türkler'in Arapça ibadeti birçok açıdan hatalıdır. Cengiz Özakıncı bu sakıncalardan bir kısmını şöyle açıklamaktadır:

"...Eğer Türkçe söylenirse Tanrı bu yakarıları işleme koymaz, kesin sonuç al­mak istiyorsanız, bu duaları Arapça yazın, söyleyin denilerek öğretil­mektedir.

Oysa bir Türk bu yakarıları Arapça'yı gereği gibi seslendi­rerek yapamaz. Arap dilinde öyle sesler vardır ki, bunlara boğaz ses­leri denir, ancak Arap olanlar söyleyebilirler. İçinde böylesi Türk gırtlağına yabancı sesler olan Arapça sözcükleri bir Türk söylemeye kalkıştığında, o sesi çıkartamayacağı için, onu andıran başka bir ses çıkarır.

Bu durumda Arapça sözcüğün anlamı da değişir. Tıpkı "sev­mek" ve "sövmek" sözcüklerinde olduğu gibi, Arapça'da da küçük bir ses değişimi anlamı tersine dönüştürebilmektedir, çünkü bütün dil­lerde olduğu gibi Arapça'da da böylesi yakın sesli, ters anlamlı söz­cükler vardır.

Bir Arap Türkçe konuşurken nasıl "sev" diyeceği yer­de "söv" diyebilirse, bunun gibi bir Türk de Tanrı'ya Arapça sesle­neyim derken "fağfir lene (bizi yargıla, koru)" diyeceği yerde "fakfir lene (bizimle ilişkini kes, bize boş ver)" diyebilir.

Çünkü Arapça'da bulunan "ğ" sesi çok özel bir sestir. Türk dilinde bu ses yoktur. Bir Türk özel bir eğitim almadıkça bu iki sözcüğün söylenişini birbirine karıştıracaktır.

Görüleceği üzere Türk'ün Tanrı'ya kendi diliyle de­ğil de seslendirmeyi beceremeyeceği Arapça sözcüklerle yakarması, her açıdan yanlıştır." (Cengiz Özakıncı, Dil ve Din, sayfa 118)


SARHOŞVARİ NAMAZ
                                                          
Kuran'da geçen; Kuran'ı rehber edinmemiz, Kuran'ın üzerine düşünmemiz ancak anlayacağımız dilde Kuran'ı okumamızla müm­kündür.

Namazda da gerçek manada Allah'a yönelmemiz ancak an­ladığımız dilde ne söylediğimizi bilerek namaz kılmamızla mümkün­dür.

Namazı anlamadıkları kelimelerin tekrarıyla kılanlar, namazı bi­tirdikten sonra bir an dursunlar ve kendilerine Allah'a ne kadar yönelebildiklerini sorsunlar.

Anlaşılmayan kelimelerle namazı kılmakta ve farkında olunmayan kelimeleri tekrardaki yarar ne olabilir?

Al­lah'ın istediği şekilde aklı işletmek, Allah'ın delilleri üzerinde düşün­mek, Allah'tan günahlara bağışlanma dilemek, ancak kişinin ne söy­lediğinin bilincinde olmasıyla mümkündür.

Allah savaşta ve korku zamanında bile namaz kılmamızı özel tedbirlere bağlayıp emreder.

Kuran'a göre kişilerin namaz kılmamaları gereken tek durum vardır; o da kişinin ne söylediğinin farkında olmayacak şekilde sarhoş oldu­ğu durumdur. Ne söylediğinin farkına varacak şekle gelen içkili kişi­nin bile Kuran'a göre namaz kılması gerekir.(Bakınız 4-Nisa Suresi43)

Şimdi ne söylediğinin farkında olmadan namaz kılan, anlamını bilmedikleri sözlerle Allah'a dua edenler, bu ibadetlerinin Allah ka­tında ne kadar makbul olabileceğini, Allah'ın isteğine bu ibadetlerin ne kadar uyabileceğini düşünmek zorundadırlar.

Ne yazıktır ki ülkemizde dinci gazete diye bilinen gazeteler, Kuran'ın anlaşılmasının gereksizliğinin baş savunucularıdır.

Örne­ğin bir gazetenin "Bir Bilen" köşesinde şu izahlar yazılmıştır: "Hiç kimseye Kuran tercümelerini tavsiye etmiyoruz... Kuran tercümesi okumak fayda yerine zarar verir... Herkesin Kuran'ı anlamasını tav­siye etmek büyük sapıklıktır... Kuran'ı hiç okumayıp sırf hayır ve bereket için evinde saklamak caiz ve sevaptır... Anlamadan Kuran okunmaz diyenler büyük sapıktır."

Bu yüksek tirajlı gazetenin iddi­aları hiç de şaşırtıcı değildir. Zaten Kuran'ın yüzyıllarca Türkçe'ye çevrilmesini engelleyen hep bu kafadır.

Kuran'ın anlaşılması için çaba sarfedilmesi Allah'ın emridir. Öyle ki Kuran'ın sırf anlamamız için kolaylaştırıldığı Kuran'da geçmektedir. Kuran'ı herkesin anla­masını tavsiye edenlere sapık diyenler başta Allah'ın bunu söyledi­ğinden nasıl habersiz oluyorlar?

Mezheplerinin hatırı için Allah'a bilerek veya bilmeyerek hakaret eden kafa kendisine "Bir Bilen" adını takmış. Bileni buysa, bilmeyeni nasıldır acaba! Böyle bilenler oldukça, Müslümanlar'ın kendi dışında düşmanlar aramasına hiç gerek yok, kendisini "bilen Müslümanlar" ilan edenlerin zihniyeti dine zaten en büyük zararı vermektedir.

Türkler'i Arapça bilmeseler bile Arapça ibadet etmeye zorla­mak, Allah'ın bizden manasını anlamadığımız ibadetler istediğini iddia etmek; Arapça'yı kutsallaştırmanın, dini mantıksızlaştırmanın bir ürünüdür.

Bildiğimiz dilde Allah'a daha bilinçli, daha güzel bir şekilde yönelebiliriz. Allah her dili bilmektedir.


SONUÇ OLARAK...



Kitabın tümü boyunca Kuran dışı kaynakların niye dinin kayna­ğı olamayacağını gösterdik.

Anlattığımız, savunduğumuz metot çok açıktır. Kuran'ı elimize alıp, din diye ortaya atılan tüm geri kalanı kenara atmak.

Israrla vurguladık ve yine vurguluyoruz. Kuran dine eşittir. Dinin %100'ünü Kuran oluşturur. Her kim olursa olsun hiç kimsenin dine yani Kuran'a artı bir ilave, eksi bir eksiltme yapması kabul edilemez.

Maksadımız dinin, yani Kuran'ın, onun sahibi olan Allah'ın tekeline girmesidir. Allah'ın tekelinde olana ortaklık etme­ye kalkmak, biraz da olsa kendi fikrini, geleneğini, şahsi görüşünü dine sokuşturmak olacak şey değildir. Allah'ın hüküm konusunda hiçbir ortağı yoktur. Kuran'a dönüş hareketi her şeyden önce Allah dışında hüküm koyucu bırakmama hareketidir.

Dini belirleme ve dini anlama gayretinde temel prensibimiz olan Kuran'ın dinin tek kaynağı kabul edilmesinin, fikri ve pratiği ile tüm dinin bu yönteme göre şekillenmesinin, dinimizi boğmuş olan yobazlıkların kapkara örtülerini dinimizin üstünden ve insan­ların zihninden kaldırmada temel şart olduğu kanaatindeyiz.

Ayrıca Kuran'ın emri olan bu temel prensibi yerine getirmek, dinci yobaz­lar kadar popülist zihniyetlerin ve şahsi görüşünü dinselleştirmek isteyen menfaatçi zihniyetlerin de dini bozmasını önleyecektir.

Kuran'da aldatıcıların insanları Allah'ı kullanarak aldattıkları söylen­mektedir. (Bakınız 35-Fatır Suresi 5 ve 31-Lokman Suresi 33)

Kı­sacası Allah adına, din adına yapılan konuşmalarda aldatılma ihti­malimizi hiç unutmamalı ve aldatılmamak için din adına söylenen her şeyi, dinin tek kaynağı olan Kuran'ın süzgecinden geçirmeliyiz.

Kuran kendi tabirleriyle detayları veren kitabımızdır, her şeyi açıklayıcıdır, rahmettir, müjdedir, ışıktır, anlamamız, uygulamamız için indirilmiş rehberimizdir. Elimizde Allah'ın böyle nitelendirdi­ği mucize kitabımız varken, niye başka dini kaynaklar arayalım? Kuran her yaramıza merhem, her derdimize şifa, zihnimize aydın­lık, yolumuza rehber olacaktır.

Yeter ki biz Kuran'ı, yalnız ve yal­nız Kuran'ı rehber edinelim. Unutmayalım ki ahirette, Allah'ın vahyi olan Kuran'dan sorumlu tutulacağız.

43-    Sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru yol üzerindesin.
44-    Ve şüphesiz O (Kuran) sana ve toplumuna bir hatırlat­madır. O'ndan sorumlu tutulacaksınız.


Uydurulan Din, Kuran'daki Din E – Kitap

RESUL KUR'AN'IN KUR'AN TEFSİRİ  E KİTAP (MKA) 2: BAKARA SURESİ 186. AYET ve DİP NOTUNDAN ALINTIDIR. M. Kemal Adal


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder