İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

19 Şubat 2016 Cuma

SÖYLEMEK VE SÖYLENMEK

 

YÜCE ALLAH’IM,  VATANIMIZI BÖLMEYİ, YIKMAYI, ORTADAN KALDIRMAYI VE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’MİZİ SONLANDIRMAYI AMAÇLAYAN ŞER ODAKLARININ TÜMÜNÜN, TÜRK MİLLETİNE KARŞI YAPTIĞI VE YAPACAĞI HER TÜRLÜ GİRİŞİMLERİNİ SONUÇSUZ VE BAŞARISIZ KILSIN. İNŞALLAH.
TC. / M. Kemal Adal

Merhum Attila İlhan, yaşayan dizelerinde:

“Bir yerde vahim bir hata yapılmıştır.
Ne söylemeye dilim varır,
Ne düzeltmeye gücün yeter.
Meyus bir papağan gibi
Söylenir dururum kendi kendime”

Demektedir.

 Çoğumuzun da çoğu zaman yaptığı budur ama  “söylemek yerine söylenmek”  meseleye çözüm ve derde çare değildir.


SÖYLEMEK: (Bir kimseye düşündüğü veya bildiği bir şeyi ) anlatmaktır; (birine) emir, talimat veya tavsiye vermektir, bir şeyin yapılmasını sözle istemektir;  (bir konu hakkında) düşündüğünü ortaya atmak, ileri sürmek, açıklamaktır; (bir şeyi) haber vermektir;  türkü, şarkı, ağıt vb. seslendirmektir; duygu ve düşüncelerini göstermektir.

 Söylediklerini yazmak da söylemektir. Başkalarının söyleyip yazdıklarını, bir başkasına söyleyip yazmak da söylemektir. Söylemek her zaman kendini ifade edebilmenin normal bir yolu olagelmiştir.

Söylemek, iletişim ve anlaşma aracıdır. Her söylemede, söyleyen ile söylenen yani karşılıklı muhataplar ve her söylemden beklenen farkı sonuçlar vardır.


SÖYLENMEK İSE: Kendi kendine konuşmak ve kendine söylemektir; muhatapsız olarak çıkışmak, azarlamak, eleştirmek, sızlanmaktır.

 Söylenmek, üzgün ve karamsar insanların çaresizlik, acizlik tezahürüdür. Olumlu bir sonucu (belki biraz kendini rahatlatmanın dışında) da yoktur. Söylenerek iletişim ve anlaşma da yapılamaz. Söylenmek, karanlıkta karanlığa ıslık çalmaktır.

Zulmün, haksızlığın, adaletsizliğin, eziyetin, fitne, fesat ve toplumsal memnuniyetsizliğin olduğu zaman ve durumlarda, bir bildiği olan ve söyleyecek sözü bulunan insanların  “söz gümüşse sukut altındır” atasözüne sığınarak anlamsızca susmaları da, çaresizce söylenmeleri de yanlıştır.

Konu ile ilgili bir bilgisi ve fikri olmayan insanların, konuşmak için konuşmak yerine dinleyip öğrenmelerinin daha değerli olduğunu vurgulamak ve söylenmelerini de önlemek için söylenmiştir o  “söz gümüşse sukut altındır” atasözü…

 Hz. Muhammed (s.a.v.): “Haksızlığın karşısında susan, dilsiz şeytandır” ve “Kim kötü ve çirkin bir iş görürse onu eliyle düzeltsin; eğer buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalben karşı koysun. Bu da imanın en zayıf derecesidir.” buyurmuştur.

 Emri bil maruf ve nehyi anil münker “ (İyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışmak) farz-ı kifayedir. Bunu yaparken Allah size emanetleri, onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor…”(4/Nisa/58.ayet)
Bu sebeple icap eden durumlarda, bir bildiği ve diyecek sözü olan kişinin susmak ve / veya söylenmek yerine bunu söylemesi, kişinin kendine ve toplumuna karşı yapması gerekli olan ahlaki görev ve sorumluluklarından birisidir.


 Esas olan, insanın söyleyeceklerini kendi sözleri ile ifade etmesidir. Ancak toplumsal mutabakatın arandığı durumlarda, söylenmesi gerekenleri, bir başka kişi kendi sözleri ile ve bizim ifade etmek istediğimizden daha güzel ve anlaşılır olarak söylemişse onu söylemek de doğrudur ve üstelik bu daha uygun olabilir.

Sonuçta her ne sebep ve şekilde ne söylemişsek artık o bizim de sorumluluğumuzdur. Söylediğimiz her şeyin her sorumluluğunu yüklenmek, söylemlerimizde açık ve dürüst olmak erdemdir.

 Söylemlerde açık ve dürüst olmak, ilk bakışta zor ve yalnızlığa götüren bir şey olarak görünse de, aslında tam tersine bu, iletişim ve anlaşmada güvenilir ve gerçek ilişkilere sahip olabilmenin yoludur.

  “Gerçek düşüncelerimizi” paylaşmak yerine, “düşünmemiz gerekenleri” konuşuyorsak, karşımızdakini de doğal olarak aynı kefeye koyar ve asla birbirimize güvenemeyiz. Bunun sebebi “önyargılar”ımızdır.

İnsanların bazı konularda “olmazsa olmaz “ denilebilen “önyargılar” ı olabilir. Yaşam amacını oluşturan temel inanç, ahlak ve evrensel ilkelerde olmalıdır da… Bunlar,  gizlenip saklanmak yerine açık ve dürüstçe baştan karşı tarafa söylenirse, karşı taraf bunları kabul edilebilir bulmasa bile, iletişimde güven zedelenmeyecektir.


İnsan, kendini güvenilebilir ve dürüst sıfatlarından mahrum bırakan “yalan” tuzağından korumak istiyorsa; her zaman, her yerde ve her kişiye söyleyemeyeceği bir sözünü, hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir kişiye söylememelidir ve de söylenmemelidir. Herhangi bir yer ve zamanda, herhangi bir kişiye (mahrem olmamak kaydıyla) söylediği her bir şeyi de, her yer ve zamanda, her kişiye söyleyebilmelidir.

 Bu kurala uymak, incelemeden, düşünmeden, ulu - orta, yalan – yanlış, delilsiz, mesnetsiz konuşmayı da, olur olmaz söylenmeyi de önler.

 Karşılıklı söylemede taraflar,  akıllarına takılan problemleri bütün açıklığı ile araştırmak yerine, söylentiler çıkarıp onlara inanmak kolaylığına kaçmazsa, tüm olup bitene karşı savunmacı bir tavır almalarına da gerek kalmaz.

Toplumsal olarak en büyük yaralarımızdan birisi, susma ve konuşma zaman ve zeminini belirleyememekten ve söyleme ile söylenme ayrımı yapamamaktan kaynaklanıyor. Ya susulmayacak durumlarda sessiz kalıp boyun eğiyoruz, ya da dinleyip anlamadan bilgi ve fikir sahibi olmadan boş konuşuyoruz. Karşımızdakine ne istediğimizi açıklık ve dürüstlükle söyleyemiyor ama arkasından sürekli söyleniyoruz.


Söylenmenin yararı yok. Şimdi söyleme zamanıdır. Ey benim benden iyi bilen ve bildiğini benden güzel ifade edebilen gönül dostlarım, ülküdaşlarım, susmayın, söylenmeyin, söyleyin. Söyleyeceklerinizi sadece sizin bilmeniz milletime yetmez. Söyleteceklerinizi milletimin bir kısmı zaten biliyor olsa da her yerde, herkese söyleyin.


Ağaçları değil ormanı gösterin.  Türkiye’m üzerinde oynanan büyük oyunu anlatırken, “yap –boz”un tek tek “puzzle”  parçalarını tanıtmakta onlara odaklanıp kalmayın, resmin bütününü görmelerini sağlayın.  Bıkmadan üşenmeden tekrar, tekrar, tekrar söyleyin ki dağda bayırda, sokakta mecliste, yurtiçinde yurtdışında,  duymayan, anlamayan, bilmeyen ve kararlılığınızı görmeyen dost, düşman kalmasın.

 İletişim ve anlama / anlaşma mı istiyorsunuz; “Açılım” mı, Anayasa Değişikliği mi, Ergenekon, Balyoz vs. mi, Kasete bak” mı diyorsunuz yoksa “Hadi canım sende, gözünü aç,resmin tamamını gör ve Büyük Ortadoğu Projesi ile Eşbaşkanın icraatına bak  ” mı diyorsunuz,  önce söylenmekten vazgeçelim ve söylemek istediklerimizi açık ve net olarak söyleyelim.

 Sonrasında da birbirimize dinlemek niyetiyle soralım: “Ağaçlara bakarken ormanı sen de görüyorsan, söylemek istediğin yeni bir şey var mı?” diye...
Anlayalım!

Ne demiş atalar: “Dost dostun ayıbını yüzüne söyler.”

M. Kemal Adal

12. Mayıs 2010 /İZMİR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder