İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

23 Ocak 2016 Cumartesi

HARUN REŞİD’İN PAPAĞANI VE LEBBEYK





Cazim Gürbüz
hcazimgurbuz@hotmail.com
01.05.2012

Hacdan gelmiş muhterem, soruyorum


 “Hacım, hacda, bağırdın mı ‘lebbeyk allahümme lebbeyk’ diye”,

 “Bağırmadan olur mu? Tabii ki bağırdık” yanıtı geliyor
.
“E peki anlamı ne o bağırdığının?” diye yine soruyorum, bilmiyor Hacı.


 Hacda onu yönlendiren Diyanet Görevlisi de öğretmemiş, öğretmeye gerek duymamış, Arapçası yeter nasılsa. Yeter mi? Yetmez, biz yazalım anlamını: “Buyur Allah’ım buyur, işte kapına geldim, buradayım” demek.



Camii cemaatinden bir başka muhtereme soruyorum:


 “Namazda secde edince ‘Sübhane Rabbiye'l-ala’ diyorsun, hiç düşündün mü, bunun anlamı ne?”

 Düşünmemiş, bilmiyor; hocalar, vaizler, müftüler de düşündürtmemişler. 


 “Ulu Tanrım! Kusur ve eksiklik yoktur sende” diyorsun, diyorum
“Yaa… Ne güzel diyormuşum” diyor.



Son yıllarda bir ezan duası icat ettiler, yarım yüzyıldır camiye gideriz, görmemiştik, duymamıştık böyle müezzinin ezan sonrası Arapça dua okumasını, cemaatin de anlamını bilmeden elini kaldırmasını (Bu cemaat aslında ezanın da anlamını bilmiyor, bana inanmayan çevirsin camiden çıkan birini sorsun).


 Bu cemaatin ataları da böyleydi. Kur’an’ın mirasın paylaşımı ile ilgili ayetleri okunurken duygulanır, hüzünlenir ağlardı, çünkü anlamından haberi yoktu.

 Çünkü onun din bilgini, mütedeyyin kişi olarak bildikleri, Kur’an’ın bir başka dile asla çevrilemeyeceğini söylüyorlardı.


Çok geriye, öyle Osmanlı’ya falan gitmeye gerek yok, Kâzım Karabekir; Büyük Atatürk’ün Kur’an’ın mealini yaptırtmak istemesine karşı çıkmıştır. “Kartal Gözüyle Laiklik” adlı kitabımda var ayrıntısı, muhafazakâr çevrelerin abartıp durdukları Prof. Ali Fuat Başgil, “Din ve Laiklik” adlı kitabının 112.sayfasında “Kur’an’ı başka dile çevirmek hem imkânsızdır, hem de manasız ve faydasızdır.” demektedir. Her iktidara yakın durup çıkar sağlamayı adet edinen Türkiye Gazetesi 1990 yılında “Kur’an hiçbir dile çevrilemez, hatta Arapça’ya bile” diye fetva vermişti.



Bu gibilere en iyi yanıtı, Türkiye’nin yakından tanıdığı, muhafazakâr bir yazar olan Samiha Ayverdi vermiştir. Okuyalım:


 “Harun Reşit’in papağanı Yasin-i Şerif’i ezbere okurdu. Ne ki, bu ezbercilik onu kuş olmaktan öteye geçiremediği gibi, Kur’an ahlâkı ile amel etmeyip sadece ezbercilikte kalan kimseler için de aynı kanunun geçerli olmasından tabii ne olabilir?” (Boğaziçi Dergisi Nisan 1986)

Evet öyle Ülkemizde ne yazık ki Harun Reşit’in papağından artık mebzul miktarda var. Hafızlayıp duruyorlar, cemaat de sihirli sözcük ve güzel bir musiki parçası dinler gibi dinliyor. 



Sünnet, abdest, namaz sözcüklerinin Farsça olduğundan bihaber olan din adamları var bu ülkede, bilenler de demiyor, dese “Türkçe de olabilir” akıl yürütmesi gelecek, der mi?


 Bu konular Cumhuriyet’in ilk yıllarında tartışılmış bir genel kabule bağlanmıştı oysa. Şimdi öyle bir hale geldik ki, Osmanlı’nın son dönemlerinin bile gerisine düştük. 

 İlk mecliste, Erzurum Mebusu Ziyaettin Efendi “Müslüman’ın Arapça bilmesi lazımdır, çünkü Kur’an Arapça nazil olmuştur” deyince, Türkçü Tunalı Hilmi Bey’den “Kur’an cahiliye devrinin rezaletleri içinde çırpınan Arapları ıslah için onlara Arapça gönderildi. Bunu Kur’an’ı Kerim kendisi söylüyor. Ben kalubeladan beri Müslüman’ım ama Arapça’nın esiri değilim. Bir gün bizim milletimiz, dinini kendi güzel anlaşılır dili ile yerine getirecek!” yanıtını almıştı.



Atatürk’ün çevresini alan, öteki Türkçüler de aynı görüşte idiler. “Dinî Türkçülük”ü savunuyordu Ziya Gökalp. Hamdullah Suphi Tanrıöver “Ana dil mabede girmeli” diyordu. Bugünün dinci Türkocağı’nda bunları diyecek bir Allah’ın kulunu bulamazsınız.

“Her şey Türk için, Türk’e göre, Türkçeyle… Din de öyle” demezsek Yusuf Akçura gibi, sonumuz karanlıktır a dostlar! 

                                           

DİP NOT:

 Konularına Göre Kuran Mesajı derlemesi, Ana dilimizde “Doğru Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve katkı sağlayabilmek amaç ve niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap” bilgisini, yorumsuz olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve gönlünü işleten  “Nasip Sahipleriyle” paylaşabilmek için yapılmıştır.

 Allah Kelamın algılanıp anlaşılmasında, gerçeğe ulaştıran yollardan bir yol, hakikate açılan kapılardan bir kapı olması umulmaktadır.





 {Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN  - (MKA) 41 E KİTAP” ı, güncellenmiş indirme linkinden [ ( bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}



M. Kemal Adal

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder