İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

21 Şubat 2016 Pazar

GERÇEK KÂBE’YE DOĞRU…

06 Aralık 2012, 15:45

Yaşar Nuri Öztürk

İSLAM’IN sevgi, hoşgörü ve güzellik kurumu olan tasavvufla, şekil ve kural yönünü kotaran fıkıh kurumu arasında tartışma ve çekişmeler ilk günden beri var olagelmiştir. Ancak, şunu, gerçeğe saygının vicdan borcu olarak hemen belirtmeliyiz ki, bu iki kurumun temsilcileri arasındaki çekişmeler, politikanın iğrenç parmağı girmediği sürece, hep akademik ve bilimsel kalmıştır. Çekişmenin bu evresinde ne kan dökülmüş, hatta ne de can yakılmıştır.

Politikanın katranlı ve çıkarcı elleri dini âlet ederek bu çekişmeleri sömürdüğü andadır ki canlar yanmış, başlar uçmuştur. Ve ne yazık ki, insanlığın en değerli evlatlarından birçoğu, kanla susturulmuştur: Hallâclar, Aynulkudatlar, Nesîmiler, Bedrettinler, Hamza Bâliler, Molla Lütfiler yok edilmiştir. 

Şekil ve kural kurumuyla ruh ve sonsuzluk kurumu arasındaki çekişmeler, genelde, iki noktada düğümlenir: Birincisi, şekil mi önemli, niyet mi; ikincisi, din adına yalnız secde edenleri mi sevelim, yoksa bütün insanlığı mı? İki kelimeyle ifade edersek kavga, kalıp ve öz kavgasıdır. Öz adına uğraş veren tasavvuf, İslam tarihine, ikincisi olmayan bir sonsuzluk edebiyatı bırakmıştır. 

Fransız düşünürü Louis Gardet’nin ifadesiyle, tasavvufun bıraktığı bu büyük mirasın yalnız İslam’ın değil, bütün insanlığın kıvanç unsurlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün dünya kütüphanelerindeki İslamî el yazması eserlerin % 80’e yakını doğrudan veya dolaylı, tasavvufun ürünü olarak görülüyor. Bu demektir ki, tarihsel Müslüman kamu vicdanı, oyunu, tasavvuf lehine kullanmıştır. 

Şekilcilerle özcülerin en önemli tartışma konularından biri de gerçek hac-sembolik hac ayrımında kristalleşir. Sûfîlere göre, Kur’an ve hadisler gereğince incelendiğinde görülür ki, İslam’daki haccın Kâbe’de icra edileni semboliktir. Gerçek hac, insan kalbi etrafında yapılabilir. 

Onlara göre, Beytullah (Allah’ın evi) insanın kalbidir. Mekke’deki Beytullah bu gerçek Beytullah’ın bir sembolüdür. Ve bunun içindir ki, Kâbe etrafında yapılan tavaf, bir başka deyimle Mekke’de yapılan hac, esas Beytullah olan insan kalbi çevresinde yapılan hacdan sonra olursa anlam ifade edebilir. Gerçek Beytullah harabe iken sembol Beytullah’ı tavaf etmek anlamsızdır. 

Mevlana Celaleddin, “Kâbe, Âzer oğlu İbrahim’in yaptığı bir binadır, insanın gönlü ise Yaratıcı’nın vücut verdiği gerçek Beytullah’tır” diyor. Hemen bütün Sûfîler tarafından tekrar edilen bu düşünce Hz. Peygamber’in şu sözüne dayandırılmaktadır:
Şu gördüğünüz Kâbe ve çevresi kutsaldır, saygıdeğerdir, fakat sizin haklarınız, kanlarınız, kişilik ve onurunuz ondan daha saygıdeğerdir.”

GÖNÜL KÂBESİ HARABE İSE…

İSLAM mistikleri insanın mutluluk ve sevincini gerçek Beytullah’ın kutsanması olarak görmüşler, bu yapılmadan Mekke’deki Beytullah’ı süsleme ve ziyaretin anlamsız olduğunu öne sürmüşlerdir. İslam’ın şehit velisi Hallâc’ın idamına hükmedenler onun ‘zındıklıkları’ arasında şunu da sayıyorlardı:Gönül Kâbesinin harabe olduğu bir dünyada sembolik Kâbe’yi ziyaret için para harcamak İslam’ın ruhuna ters düşmektir.”

Sûfîler bu düşüncelerini tarih içinde ilginç bir şekilde uygulamaya koydular. Tasavvuf literatüründe, müritlerine hac paralarını çevredeki yoksul ve kimsesizlere verdirip onlara “En üstün haccı, işte şimdi yaptınız” diyen tasavvuf büyüklerine ilişkin anekdotlar az değildir. 

Kur’an; insanı, Yaratıcı’nın yeryüzündeki temsilcisi ( Dikkat: İnsan, Allah’ın yerine geçen yeryüzündeki halifesi değildir. İnsan, yeryüzünde halifedir – MKA) ve en yüce emanetin taşıyıcısı sayar. Ona göre, bütün varlıklar insanın emrine ve hizmetine verilmiştir. İnsan, evrenin hâkimi ve efendisi olmak için yaratılmıştır. Böyle bir mesaja dayanarak söz söyleyenlerin, günümüz insanına verecekleri, eski dünyaya verdiklerinden çok daha fazla olacaktır.

İnsanın mutsuz ve perişan olduğu bir dünyada hiçbir haccın, hatta hiçbir ibadetin anlamı olmadığını savunanların hatıraları önünde, insanlık adına eğilmeyi onur biliriz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder