İŞTE ATATÜRK

İŞTE ATATÜRK
Allah Kuran’da: “Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.” (17/İSRA/36) buyurmuştur. Atatürk de: “Türk Kuran'ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor. Benim maksadım; arkasında koştuğu kitapta neler olduğunu Türk anlasın” (Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi 1-5, 1977 /A. Gürtaş, s. 41) demektedir.- "İŞTE ATATÜRK" PORTALINA GİRMEK İSTEDİĞİNİZDE YUKARIDAKİ RESMİ TIKLAYINIZ.

10 Ocak 2016 Pazar

LÂİKLİK VE BAĞNAZLIK- Hikmet Yavaş




Eli öpülesi Atatürk’çü General Hikmet Yavaş’ın, eski bir “ESKİMEZ YAZI”sını,  “yangını söndürmeye çabalayan karıncanın sözüyle” birlikte, dostlarımın, dikkat ve değerlendirmesine tekrar sunuyorum (M. Kemal Adal)



YALANLAMAK VE REDDETMEK İÇİN,
İNANMAK VE HERŞEYİ KABUL ETMEK İÇİN,
KONUŞMAK VE NUTUK ÇEKMEK İÇİN
OKUMAYIN !.. 

TARTMAK, KIYASLAMAK VE DÜŞÜNMEK İÇİN
OKUYUN !
(F. BACON)  

Şubat 14, 2011
LÂİKLİK VE BAĞNAZLIK
Filed under: Köşe Yazılarım ( Denemeler ) — hikmetyavas @ 9:56 pm 

LAİKLİK VE BAĞNAZLIK

Değerli bir okur, Siyasal ve maddi çıkarları için İslam dinini istismar eden din tüccarlarına verdiğim cevaplarda, Kuran ayetlerine atıfta bulunmamı eleştiriyor ve “Aklın gereği olan en yalın gerçekler için dayanak olarak neden illâ da ayet aramış ve sıralamış olduğunuzu anlayabilmiş değilim Bunu akıl etmek için ayet gerekmez. Bu husus, asgarî bir zekâya sahip olmak kaydıyla Müslüman olmayanların dahi genel kültürleri icabı bilebilecekleri bir husustur” diyor.

Demokrasinin olmazsa olmaz şartı olan “laikliğin” özümsendiği ülkelerde, koyu dindar da olsa, hiç kimse içinde yaşadığı demokratik laik devleti, dini esaslara dayalı bir rejime dönüştürmeye çalışmaz.

Aynı şekilde, demokratik laik düzeni içselleştirmiş siyasi partiler de, dini istismar ederek ve sömürerek rejimi değiştirmeye çalışmaz. Söz konusu siyasi partiler, bırakın rejim değişikliğini, dini siyasete alet ederek oy kapmayı bile akıllarına getirmezler.

Diğer taraftan, demokrasiyi ve laikliği özümsemiş bilinçli seçmen de, koyu dindar da olsa, dini değerleri istismar eden siyasi partilere pirim vermezler ve bu tür siyasetçileri baş tacı yapmazlar.

Netice olarak, hepimizin özlemini çektiğimiz gerçek demokrasiler:

·          Ağaya, beye, hocaya, efendiye, şeyhe, şaha ve padişaha hür iradesini teslim etmeyen, biat etmeyi insan onuruna yakıştıramayan, aklı hür ve vicdanı hür bireyler ister.

·          Tarikatlar, cemaatler ve aşiretler, bireysel özgürlükleri ve demokratik hakları ipotek altına alamazlar.

·          Eğer demokrasimizle, siyasi partilerimizle ve seçmenimizle bu olgunluğa ulaşmış olsaydık; ağızlarını din, iman, peygamber ve Allah adıyla eğip büken din tüccarları ortalıkta cirit atamazdı. Seçmenlerimiz de bu gibi sahtekârlara kanarak onları başlarının üstüne koymazlardı.

·          O zaman, benim gibi birisi de “Ey millet dindar geçiniyorsunuz ama din bu değil, bu hayâsızlar sizi Allah adıyla aldatıyorlar, gözünüzü açın ve aldanmayın, şimdiye kadar defalarca aldatılmaktan ve sömürülmekten bıkmadınız mı?” diyerek dini referanslara atıfta bulunmak ihtiyacını duymazdı.

Bu gün maalesef;

1.     Bu ülkenin vatansever gerçek aydınları, din tüccarı yobazlara yenilmiştir.

2.     Bu ülkenin öğretmenleri, cami imamlarına yenilmiştir ( gerçek aydın imamları tenzih ederek söylüyorum).

3.      Bu ülkenin sözde Atatürkçüleri, gerçek Atatürkçülüğün esasını özümseyemedikleri için Türkiye Cumhuriyeti ile hesabı olanların torunlarına meydanı kaptırmışlardır.

4.     Bu Cumhuriyetin bazı anayasal kurumları tarikatların ve cemaatlerin denetimine geçmiştir.

5.     Bu ülkenin pek çok yerinde medeni hukuk düzeni değil, tarikat ve cemaatlerin yarattığı mahalle baskısı geçerlidir.

Kendi kendinize hiç sordunuz mu, bu Cumhuriyet bu kadar çok Cumhuriyet karşıtını nasıl üretti? Laiklik taraftarı Cumhuriyetçiler bu halkı neden kaybettiler ve Cumhuriyetle hesabı olanlar bu halkı nasıl yanlarına çektiler? Tarikatlar ve cemaatler birdenbire, adeta devlete meydan okuyacak şekilde nasıl güç odakları haline geldiler?

Çünkü bu Cumhuriyetin Atatürkçü geçinen elitleri halktan koptu. Yazılı ve görsel medyada, sıradan vatandaşın anlamayacağı tumturaklı laflarla, birbirlerine ne kadar entelektüel olduklarını kanıtlama yarışı içine girdiler. Hedef kitleleri sıradan vatandaş değildi ve halka ulaşmak gibi bir dertleri yoktu.

Beğenmediğimiz din tüccarları (siyasal İslamcılar) ile Cumhuriyetle hesabı olanlar ise, vatandaşın anlayacağı tarzda sade, basit ve anlaşılır cümlelerle halka ulaşmayı ve onların dini hassasiyetlerine hitap etmeyi bildiler.

 Prof. Dr. Şerif MARDİN’e göre; “ Mahalle baskısı denen olgu, sınıf, gelenek ve din gibi öğelerden meydana gelen bir kültür karışımıdır. Eylem ve söylemleriyle bu kültür karışımının dışına düşenler ve bu karışımın kökenini anlayamayanlar kaybediyor. Buna, halkı anlama birikimi de diyebiliriz. Örneğin; Turan GÜNEŞ, Paris’te eğitimini almış ve batı kültürüyle yetişmiş tam anlamıyla laik bir politikacıydı. Ama Batı kültürünü Türk kültürüyle bağdaştırarak halkı batının değerleriyle buluşturmayı başarmış ve yönlendirebilmiş bir politikacıydı” diyor.

 Bu ülkenin vatansever aydınlarına öneriyorum;

·          Lütfen, kenar mahalle ve köy kahvelerine gidip, oradaki insanlarla sohbet ediniz.

·          Köy öğretmeni ve cami imamlarıyla konuşunuz.

·         Mahalle esnafının düşüncelerini öğrenmeye çalışınız.

·          Siyasal İslamcılar tarafından hiç aksatılmadan düzenlenen ev sohbetlerinde neler konuşulduğunu ve ev hanımlarına nasıl ulaşıldığını gözlemlemeye çalışınız.

·          Ayrıca, Ortadoğu Uzmanı Fransız Profesör Gilles KEPEL tarafından yazılmış olan CİHAT isimli kitabı okuyunuz. Bu kitapta İran, Mısır, Fas, Cezayir, Tunus, Pakistan, Afganistan ve Endonezya gibi Müslüman ülkelerde radikal İslamcıların halkı nasıl yanlarına çektiklerini, yönetimlere nasıl nüfuz ettiklerini ve din adına yapılan katliamları okuyacaksınız ve Türkiye’de uygulanan yöntemlerle birebir örtüştüğünü göreceksiniz.

Size bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum:

1.      Televizyonlarda ve mitinglerde “kahrolsun şeriat yaşasın laiklik” diye bağıran sözüm ona Atatürkçü elit, Cumhuriyeti koruduğunu zannediyor.
 Bildiğiniz gibi şeriatın lügat anlamı hukuk demektir. Fakat kenar mahalle ve köy kahvelerindeki sıradan vatandaşla konuştuğunuz zaman “Beyim şeriat demek İslam ve kuran-ı Kerim demektir. Bu dinsiz laikler benim dinime küfrediyor ” diyorlar. Vatandaşın kafasında bu algıyı yarattıktan sonra, bu halkın laik Cumhuriyete sahip çıkmasını nasıl bekleriz?

 2. İşte size, gazetelere yansıyan bir haber; “Eylül ayında bir belediye tarafından düzenlenen “Demokrasi ve Anayasa” konulu panelde, konuşma yapan bir yazar;
Şu an benim karşımda güzel bayanlar oturuyor, onlar da benim gibi insan. Türbanlı bir bayan görünce erkekliğimi hissediyorum” diyor.

Bu “hakaret” üzerine, salonda bulunan “başörtülü hanımlar” toplantıyı terk edince, içeride kalanlar “slogan” atmaya başlıyor: “Türkiye laiktir, laik kalacak!”
Eğer bu haber doğruysa, bu kadarına da pes diyorum. Laikliği ve laik Cumhuriyeti savunmak bu mudur? Bu Mütedeyyin dindar sıradan vatandaşı laikliğe ve laik Cumhuriyete düşman etmez mi? Din tüccarlarının ekmeğine yağ sürmez mi? Böyle Atatürkçülük mü olur?

3. Bu gibi saçmalıklar nedeniyle, dini siyasal çıkarları için kullanmayı alışkanlık haline getiren birilerinin “Referandumda evet oyu vermek vaciptir ve umreye gitmekten daha sevaptır ” sözü, bu ülkenin mahallelerinde ve camilerinde süratle dolaştırılmış, imamlar tarafından cemaate yeminler ettirilmiştir.

 4.  Yine bu ülkenin insanları, İslami holdingler kuracağız ve sizlere kar payı vereceğiz diyen din tüccarları tarafından Allah adı kullanılarak defalarca aldatılmıştır. Mütedeyyin dindarların dişlerinden ve tırnaklarından arttırdıkları birikimleri böylece yok edilmiştir. Bütün bu acı deneyimlere rağmen; din, iman, Allah ve peygamber sözlerini kullanarak insanlarımızı hala aldatmak mümkündür ve bunun en son örneği Deniz Feneri (Av)’dir.

 5.  Lafa gelince, Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan birtakım insanlar, 13 yaşındaki kız çocuklarına bile cinsel tacizde bulunabilmekte ve bu ahlaksızlıkları ortaya çıkınca, belki imam nikâhı kıymıştır diyerek dini bir mazeret uydurma hayâsızlığına sığınmaktadırlar.

 6.  Helal gıda, helal giyim, helal evlilik sitesi ve helal seks mağazası gibi akla hayale gelmedik her alanda dini değerler ve semboller fütursuzca istismar edilmektedir.

7.  Bugün yazılı medyanın %60’ı ve Görsel medyanın % 70’i siyasal İslamcıların eline geçmiştir. Bu medya kuruluşları dini değerleri kullanarak bıkmadan usanmadan 365 gün 24 saat Atatürk Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine ve temel kurumlarına saldırmaktadırlar. Türk Ordusu mensuplarını İslam karşıtı olmakla itham eden yayınlardan etkilenen bir okuyucunun gönderdiği yorum söyle:

 “ Bu Orduyu 3’e bölüp; bir kısmını Ermenilere, bir kısmını Yunanlılara, bir kısmını Yahudilere verelim. Biz de kurtulalım… Bizim askerimiz dimimize karşı, geleneklerimize karşı, Osmanlıya karşı, tarihimize karşı, milletimize karşı, ne diye besliyoruz bunları” Size bu tür binlerce okuyucu yorumu gösterebilirim.

Arz ettiğim bu örnekler; bölücüler, siyasal İslamcılar ve din tüccarları tarafından, mütedeyyin Müslümanların dini duygularının nasıl istismar edildiklerini, beyinlerinin nasıl yıkandığını ve nasıl yönlendirildiklerini göstermektedir. Dini alanın tamamen din tüccarlarına, tarikatlara ve cemaatlere terk edilmesinin bedelinin ağır olacağı endişesini taşımaktayım.

 Halk dalkavukluğu yapmadan açıkça konuşmak gerekirse;

·          Bugün halkımızın ortalama eğitim seviyesi ilköğretim düzeyindedir.

·          Aşiret, tarikat ve cemaatler, sosyal hayatın kılcal damarlarına kadar nüfuz etmiş olup, sorgusuz sualsiz itaat (biat) kültürü yaygınlaşmıştır.

·          Bu nedenle, insanlarımızda okuduklarını ve dinlediklerini sorgulama alışkanlığı gelişmemiştir.

·          Halkımız maalesef okumayı sevmiyor. Bu nedenle, dini hassasiyetleri olmasına rağmen Kuran-ı Kerimi açıp okumuyor.

·          Hacının, hocanın ve mahalle vaizlerinin yalan yanlış söylediklerine itibar ediyor.

 Evet, halkımız genelde sağduyu sahibidir. Ama dini meselelere gelince akan sular durmaktadır. Siz hiç, şeyh ve hocaların söylediklerine, beyinleri sorgusuz sualsiz itaate şartlanmış insanların yanlış inanışlarını, akıl ve mantık yoluyla değiştirmeyi denediniz mi?
Bu şekilde şartlanmış insanlarla dini konularda akıl ve mantık yoluyla iletişim kuramıyorsunuz. Hepsi adeta buzdan duvar kesiliyor. Sizi dinlemiyorlar bile. Onlar için doğru olan, cami hocalarının ve ev sohbetlerine  giderek halkı şartlandıran gezici vaizlerin söyledikleridir.

Eğer “Bak kardeşim, filan ayet şöyle söylüyor. Bu nedenle hocanın ve gezici vaizin söylediği doğru değil. Günaha girmemek için, her söylenene inanma biraz da aklını kullan” deyince, sizi can kulağıyla dinlemeye başlıyorlar ve iletişime geçiyorlar. 

Evet, okuduğunu, dinlediğini ve yaşadığını sorgulamaya alışmış beyinlerin bazı şeyleri algılaması ve akıl etmesi için illa da ayet gerekmediğini ben de biliyorum. Ama teorik doğrular ile hayatın gerçekleri her zaman örtüşmüyor.

Kabul etseniz de, etmeseniz de, hayatın akışı içinde din çok önemli sosyal bir olgudur. Dini alandaki meseleler, sorgusuz sualsiz inanmayı ve iman etmeyi gerektirir. Kötü niyetli kişilerin, kendi siyasal ve ekonomik çıkarları için, dini alanı istismar ettikleri ve cahil kitleleri istedikleri gibi yönlendirdikleri bilinen bir gerçektir.

Eğer “CİHAT” isimli kitabı okursanız; “din adına beraber yola çıkanların, bir müddet sonra birbirleriyle dindarlık yarışına girdiklerini ve zaman içinde birbirlerini dinden çıkmakla suçlayıp, katli vaciptir fetvalarıyla yoldaşlarını ve insanları öldürdüklerini” görürsünüz.
Sözde laik fakat özde laik olmayan bir ülkede “ tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin, hocaların ve gezici vaizlerin ayetlerle yalan yanlış şartlandırdığı kitleleri, biz ayetlere atıfta bulunmadan akıl ve mantık yoluyla doğruyu gösterip ikna edeceğiz” dersek yanılırız. Böylece dini alanı, bugüne kadar olduğu gibi, din tüccarları ile tarikat ve cemaatlerin hâkimiyetine bırakmaya devam ederiz. Bu suretle, onların değirmenine su taşırız diye düşünüyorum.

Allah adını ağzına almamayı, mütedeyyin Müslümanları galeyana getirecek şekilde kahrolsun şeriat diye bağırmayı, Antalya’da çarşaflı kadınların çarşaflarını yırtmayı, türbanı rahibe kıyafetiyle özdeşleştirmeyi ve dindar kesimi tahrik edercesine onların dini hassasiyetlerine saldırmayı laiklik zanneden zihniyet siyasal İslam’ın, tarikatların ve cemadatların değirmenine su taşımaktadır.

Teorik olarak, laikliğin sözde ve özde özümsendiği ülkelerde, hiç kimse dini istismar etmediği için, hiç kimse de ayetlere atıfta bulunmak ihtiyacını duymaz. Ama teorik doğrular her zaman gerçek yaşamla uyuşmuyor. Yeri zamanı gelince dini kullanan yobazların yanlışlarını ayetlere atıfta bulunarak çürütmeye çalışmanın, nasıl dincilerin değirmenine su taşımak veya dini propaganda yapmak olduğunu anlamakta güçlük çekiyorum. O zaman bırakalım, dini alanda tarikatlar, cemaatler, şeyhler, şıhlar, hacılar, hocalar bildikleri gibi at koştursunlar. Halkı istedikleri gibi yönlendirsinler, din adına Cumhuriyetin temellerini dinamitlesinler, bölücülerle işbirliği yapsınlar ve çıkarları için halkı soyup soğana çevirsinler, bunu mu istiyoruz? İşte bu zihniyet nedeniyle:

·          Öğretmen cami imamına yenilmiştir.

·          Laik kesim, tarikat ve cemaatlere yenilmiştir.

·          Aklı hür ve vicdanı hür bireyler yerine şeyhine ve hoca efendisine aklını ve vicdanını ipotek etmiş müritler orduları çoğalmıştır.

·          Araştıran ve sorgulayan yurttaşlık bilinci yerine biat kültürü gelişmiştir.

Atatürk’ün 1927 yılında, ilk Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi hocaya hutbelerin dili ve önemi konusunda söyledikleri şu sözleri dikkatle okumanızı öneririm;

Hocam, camilerimizde okunan hutbelerden milletimiz tam aydınlanıyor mu? Senden isteğim, ayetlere dayanan bir hutbe kitabı hazırlanması. Çünkü bizim dilimiz Türkçedir. Okunan hutbeler de siz daha iyi bilirsiniz ki Arapça aktarılmaktadır. Milletimiz bu yüce İslam Dinini çok iyi anlamamaktadır. İyi anlaşılması için açık bir Türkçe ile hutbelerin vatandaşımıza seslenmesini istiyorum. Bu büyük milletin diniyle, kültürüyle daha iyi büyüyeceğine inanıyorum. Yalnız dinimiz, bilginin ışığında müspet ilimler yolunda ele alınmazsa, vatanımız ve milletimiz için bir felakettir…

Görüldüğü gibi Atatürk, dini alanı din tüccarlarına terk etmenin yaratacağı felaketi sezmiştir.

Evet, büyük Atatürk’ün dediği gibi; “ Yüce dinimiz, bilginin ışığında ve müspet ilimler yolunda halkımıza çok iyi anlatılmalıdır.

Bazı kimseler, Atatürk’ün söz ve yazılarından cımbızla çekilmiş bazı cümlelere atıfta bulunarak, sanki Atatürk dine karşı mesafeliymiş ve hatta ateistmiş izlenimini yaratıyor. Buna dayanarak; “ Kardeşim mademki laiksin ve Atatürkçüsün, o halde dini, imanı ve ayetleri ağzına alma” demeye çalışıyor. Bu düşüncede olanların; ön fikirlerinden arınıp Atatürk’ü iyi incelemelerini ve araştırmalarını öneriyorum. Çünkü Atatürk tarafından çıkar tezgâhlarına çomak sokulan din tüccarları da müritlerine “ Atatürk’ün din karşıtı ve hatta ateist olduğu” çamurunu yapıştırmaya çalışıyorlar. Katıksız Atatürkçü olduğunu iddia edenlerin din tüccarlarıyla aynı noktada buluşmaları size garip gelmiyor mu?

Anayasa referandumu sürecindeki söylem ve eylemleri şöyle bir hatırlayalım:

·          Bu referandumda;

1. Habur görüntüleri seçmeni etkilememiştir.

2  Terörist başıyla pazarlık iddiaları seçmeni etkilememiştir.

3.  Şehit tabutları seçmeni etkilememiştir.

4.  Yolsuzluk ve yoksulluklar seçmeni etkilememiştir.

5. İnsanların yatak odalarına varıncaya kadar dinlenmeleri seçmeni etkilememiştir.

·          Bu referandumda;

1. Evet, oyu vermek vaciptir ve umreye gitmek kadar sevaptır sözü seçmeni etkilemiştir.

2. Umredeki bir hocanın “ umreden erken dönmeyelim de, ortalığı hayır diyecek kâfirlere mi bırakalım” söylemi etkili olmuştur.

3. Cami önünde “evet” propagandası yapmak etkili olmuştur.

 5. Devlet parasıyla verilen bedava iftar yemekleri etkili olmuştur.

6. Tarikat şeyhleri ve cemaat hocalarının işareti etkili olmuştur.

 Netice olarak; din tüccarlığına dayalı siyaset pirim yapmaktadır. İyice yoksullaşan halk, dünya nimetlerinden ümidini kesmiştir. Hiç olmazsa dinimize sahip çıkarak sevaba girelim ve ahretimizi kurtaralım telaşı içindedir. Tam da istenen budur.

Diğer taraftan devlet yöneticileri ile bazı gazete ve köşe yazarlarına yönelttiğim eleştiri, dilek ve şikâyetlerde Kuran ayetlerine atıfta bulunmamı yadırgayan sayın okuyucu; “Onlar, anayasamıza ve yasalarımıza göre, lâik Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticisi olmak durumundalar. Onlara iletilecek bir görüş ve şikâyetiniz varsa, yine aynı lâik anayasa ve yasalar çerçevesinde cevap vermeliydiniz” diyor.

Onların bugüne kadarki geçmişleri, eylemleri ve söylemleri kayıtlara geçmiş durumdadır ve bunları cümle âlem biliyor.

Ayrıca, eylemleri ve söylemleriyle laiklik karşıtı olan, laikleri dinsiz olmakla damgalayan ve mütedeyyin dindarları kışkırtan odaklara, sanki “laik MİŞ” gibi davranmamız neyi değiştirir. Kusura bakmayın bugüne kadar “…MİŞ” gibi davranarak bu ülkeyi bu hale getirdiler. Bunun adı “sindire sindire alıştırmaktır.” Acaba bunu mu istiyoruz?

Ordu mensuplarının, eşlerinin ve çocuklarının imanını yargılamaya kalkan densizlerin şirke girdiklerini ayetleri referans göstererek kanıtlamanın ve onların istismarcılıklarını teşhir etmenin ve bu suretle mütedeyyin Müslüman halkımızı uyarmanın ne mahsuru var.
Sen laiksin dinden bahsetme, sen laiksin Allah adını ağzına alma, sen laiksin AYETLERE ATIFTA BULUNMA” zihniyeti din istismarcılarının değirmenine su taşıdı ve su taşımaya devam ediyor.

Laiklik taraftarları ile dini hassasiyetlerini ön plana çıkaran konuşmacıların televizyon tartışmalarına hiç dikkat ettiniz mi? Din tüccarları, tartışmayı süratle dini alana çekiyorlar ve ağızlarını din, iman, Allah ve Peygamber adıyla eğip bükerek halkımızı etkileyebiliyorlar ve laikliği savunanları sanki din karşıtıymış durumuna düşürüyorlar. Bu tür din tüccarlarına “Bak kardeşim senin söylediklerin şu nedenlerden dolayı İslam dinine aykırı, bana Müslümanlık satmaya kalkma da sadede gel” diyerek onları susturabilseydik ve “kahrolsun şeriat” söylemleriyle halkın tüylerini diken diken etmeseydik daha iyi olmaz mıydı?

Sonuç olarak; ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlük temeline dayalı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Atatürk Cumhuriyeti sevdalıları:

·          Siyasal ve maddi çıkarları için dini istismar etmemeli,

·          Ama din tüccarlarının maskelerini düşürerek onları teşhir de edebilmeli,

·          Eylem ve söylemleriyle din karşıtı olmadıklarını aksine dine saygılı olduklarını gösterebilmeli,

·           Kendi kültürüne yabancılaşmadan Batı kültürünü Türk kültürüyle bağdaştırarak, batının değerleriyle buluşmayı başarabilmeli diye düşünüyorum.

Saygılarımla.
Hikmet YAVAŞ (İZMİR)


Dip Not:

DİNDE YOZLAŞMAYI ENGELLEYİP ÖNLEMEK, KURAN’DAKİ İSLAMI  ANA KAYNAĞINDAN ÖĞRENMEK VE BİLMEK, HEM HER MÜSLÜMANIN GÖREVİDİR  VE HEM DE MÜSLÜMAN OLSUN  VEYA OLMASIN HER ATATÜRKÇÜNÜN GÖREVİDİR.


(Konularına Göre Kuran Mesajı derleme çalışmasının yapılma gerekçesi de bu görevin yapılmasıdır.)

KURAN’DAKİ İSLAM’ A İNANIP UYGULAMAK İSE, ATATÜRKÇÜ OLSUN VEYA OLMASIN SADECE HER MÜSLÜMANIN AYRICALIĞIDIR.


“İnsanlardan bazısı şöyle der: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada ver." Böylesi için ahirette bir nasip yoktur. Onlardan kimi de şöyle yakarır: "Ey Rabb'imiz, bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver. Ve bizi ateş azabından koru. İşte böyle diyenlere kazandıklarından bir nasip vardır. Allah, hesabı çok çabuk görür."(2 / Bakara / 200 – 202)


 Allah, seçim ve tercihi size bırakmıştır.


Referansınız (başvuru kaynağınız) "İslam" ise; Doğruyu bulacağınız, Doğru Kitap Kuran'dır.


Konularına Göre Kuran Mesajı derlemesi, Ana dilimizde “Doğru Bilgi Ana Kaynağı” nın kullanılmasına imkân ve katkı sağlayabilmek amaç ve niyetiyle, Kuran’ın ışığında bir kısım “Kitap” bilgisini, yorumsuz olarak doğrudan Kuran ayetleriyle, zandan azade, aklını ve gönlünü işleten  “Nasip Sahipleriyle” paylaşabilmek için yapılmıştır.


Allah Kelamın algılanıp anlaşılmasında, gerçeğe ulaştıran yollardan bir yol, hakikate açılan kapılardan bir kapı olması umulmaktadır.


{Konuyla İlgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, “KONULARINA GÖRE KURAN MESAJI” ve “RESUL KUR’AN’IN KUR’AN TEFSİRİ“ nin de dâhil olduğu “ATATÜRK VE RESUL KUR’AN  - (MKA) 41 E KİTAP” ı, güncellenmiş indirme linkinden [ ( bakınız: http://kemaladal.blogspot.com.tr/), (HIZLI BAĞLANTILARIM VEYA ÖNE ÇIKAN YAYIN) ]Bilgisayarlarına indirip, arşivleyerek inceleyebilir ve paylaşabilirler.}


Allah’ın Selam, Rahmet ve Bereketi ile Mağfiret ve Hidayeti, Dileyenin üzerine olsun.


"Kim güzel bir işe aracı olursa ondan ona bir pay vardır. Kim kötü bir şeye aracı olursa ondan da ona bir pay vardır. Allah her şeye, herkese gıda ulaştırır, Mukît'tir." 4. sure (NİSA) 85. ayet


M. Kemal Adal

adalkemal1@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder